Koronavirüs

AMMA’NIN KORONAVİRÜS MESAJI 3 (10.05.2020)

1. Bölüm

Haftalardır Koronavirüs’e karşı önlem amaçlı

evlerimizden çıkmıyoruz. Birçoğunuz bu durumdan sıkılmış olabilir. Veya stres yaşıyor olabilir. 

‘Evde kal’ çağrısı ile birçok planın askıya alınması gerekti.

Her şeye rağmen, çocuklarım mümkün olduğunca neşeli olmaya gayret etmeli. Sahip olduğunuz śraddha (dikkat/ihtiyat) sayesinde virüsün yayılmasını bu denli önleyebildik.
Ancak şimdi śraddhamızdan biraz ödün verirsek, tüm çabalarımız boşa çıkar. 

O yüzden çocuklarım, śraddhanızı yüksek tutun ve ‘evde kal’ kuralına uymak için elinizden geleni yapın.

Çocuklarım bu duruma sabırla göğüs germeli.

Anladığımız üzere dünyanın hâli acınası hâlde. 

Dünyada, virüs kaynaklı ölümler 300.000’e yaklaşmış durumda. Bazı ülkeler diğerlerinden daha çok etkilendi.

Hindistan’da da bazı eyaletlerdeki vaka sayısı arttı.  Burada yoğun bir nüfusa sahip olduğumuzdan dolayı, daha dikkatli olmalıyız. Amma’nın daha önce dediği gibi, Amma dünyayı bir çiçek olarak görmektedir.

Her millet, çiçeğin bir yaprağını oluşturur. Eğer tek bir yaprak bir kurtçuk tarafından saldırıya uğrarsa, bu, yakında tüm çiçeği etkileyecektir.

Şu anda buna şahit oluyoruz.  

Dünyanın her bir köşesinden insanlar, içten gelen çaba ve olumlu bakış açısı göstererek, dünya çiçeğinin güzel ve sağlıklı kalmasını sağlayabilir. Tüm dünya, tek bir annenin evlatları gibi, farklılıkları unutarak bir araya gelmeli. Dünyanın, önceki hatalarını düzelterek, küresel çevre koruma ve sürdürülebilir politikalarına yeniden yatırım yapması için uygun zamandır. 

Amma’nın çocukları bu dönemde birçok sebepten ötürü huzursuz olmuş durumda. 

Bazıları ekonomik sıkıntılar çekmekte.

Bazıları aile ve dostlarını göremediği için gerilmiş durumda.

Çocuklar, böyle bir şey için üzüldüğünüzde, hatırlayın, en iyi arkadaşlar bile her zaman birbirlerini görmezler.

İnsanlar sürekli seyahat eder. Özellikle Hindistan dışında yaşayanlar bazen aylarca uzakta olabiliyorlar. Bazen karı-koca iş sebebiyle birbirlerinden uzakta ve ayrı kalmak zorunda olabiliyorlar. Böyle şeyler hep olur.

Böyle zamanlarda, duruma uyum sağlayıp ilerlemeyi öğrenirler. Siz de bu ayrılığı o bakış açısı ile değerlendirin. 

Her ne olursa, asla cesaretinizi kaybetmeyin.

Ancak zihinsel cesaretimizi korursak, sağlıklı düşünüp doğru aksiyon alabiliriz.

Çocuklar, bu zamanı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışın. İyimserlik ve şevk uyandıran mesajlar ve sözler paylaşın.

Günümüzde herkesin bir telefonu var.

O yüzden, içi rahatlatan ve ilham veren mesajlar gönderin. 

Birbirinizle konuşun ve destek olun.

Çocuklar, bu şekilde birbirinize yardım etmelisiniz.

Amma, hepinizin bunu yaptığına inanıyor.

Bu yardımcı olacaktır.

Bu dönemde herkes, hem aile içinde hem de dışarıda birbirine maksimum hoşgörü, sevgi, dayanışma ve birliği gösterip sağlamalı. 

Niyazkâr bir tavırla doğru çabayı gösterdiğimizde, bu, muhakkak değişimi getirecektir.

Amma her zaman, diğer tüm kararlar gibi mutluluğun da bir karar olduğunu söyler.

‘Koşullar ne olursa olsun, her daim mutlu ve cesaretli olacağım’ kararını alıp, istikrarla uygulamalıyız.

Gülsek de ağlasak da, günler geçip gidiyor.

Çocuklarım, gülmek mi yoksa ağlamak mı istediğinize karar verin.

Hayatı neşeyle yaşamaya karar verdiğinizde, her ne olursa olsun, çevrenizde mutlu bir atmosfer oluşur. 

Böylece, sizinle olan başka insanlar da ortamın yaydığı mutluluk ve iyimserlikten nasiplenir.

Mutlu bir insan, güçlüdür. 

Böyle bir insan, üzgün biriyle karşılaştığında, onun acısını azaltmak için uygun çözüme ve güce sahip olacaktır. 

Bu niyete ve güce sahip olmak bile o kişinin üzüntüsünü dindirmek için önemli bir adımdır.

Tek bir kişi başkalarını etkileme gücüne muhakkak sahiptir. 

Eğer benim çocuklarım neşeli kalırsa, başkalarına da neşe saçar ve acı çekenlerin kederini hafifletmeye yardımcı olabilir.

Çocuklarım, içinizdeki mutluluğu uyandırın ve birbirinizi mümkün mertebe neşelendirin. 

2. Bölüm

Hayatımızda zorluklar ve üzüntüler muhakkak olacaktır. Ancak genelde bunlar bizi daha güçlü kılar.

Koşarken ayağımıza diken battığında durup onu çıkartırız. Hatta, bu deneyimle daha dikkatli oluruz.

Daha uyanık olur ve başka dikenler var mı diye sağa sola bakarız. Koşmayı bırakıp daha dikkatli bir şekilde devam edebiliriz.

Daha sakin, yavaş ve temkinli oluruz.

Yani, bir diken batması, yürüdüğümüz yere dikkatle bakmamızı sağlar. Yolda ilerlerken başka gizli tehlikelerle de karşılaşabiliriz. 

Mesela, gözden kaçırabileceğimiz bir yılan olabilir. O zaman aslında, dikenin bizi zehirli yılana basmaktan koruduğunu anlarız. Bu olumlu bir bakış açısıdır.

Böyle bir tutumla, mevcut durumu sakince geçirebiliriz.

Mevcut durumun farkındalığımızı artırmaya yardımcı olmak, bize daha büyük sorunlarla yüzleşmek ve bunların üstesinden gelmek için güç vermek için olduğunu düşünün.

Ayağınıza batmış olan dikeni kabul edin, sabırlı olun ve işte o zaman bunun üstesinden gelebileceğiz.

Hayattaki tüm sorunlara böyle bir pencereden bakmak gerekir.

En küçük sıkıntılarla bile yüzleşemeyen insanlar var.

Öte yandan bazı insanlar var ki, en zor durumları bile yüzlerinde bir tebessümle karşılayıp, başkalarına neşe saçıyorlar.

Bizler de ikinci seçeneğe dahil olmalıyız.

Yüce Krişna’nın yüzünü aydınlatan, silinmeyen tebessümünü duymayan var mı? 

En zor çatışmaların ortasında bile gülümseyerek herkesi neşelendirdi. Onun yaşamı, bu dünyanın doğası hakkında bize bilgi verir. Bunu idrak ederek ilerleyin ve cesaretinizi yitirmeyin.

Hayatta her zaman dertler ve sıkıntılar olacaktır. Çoğu bizi daha güçlü kılar.

Kalemin içinde kurşun kalem mevcut olmasına rağmen, onu ortaya çıkartıp kullanmak için ahşabı tıraş etmek gerekir.

Ahşabı tıraşladıkça, ucu keskinleşir. İçimizdeki kudret de buna benziyor. Böyle sorunlar doğduğunda, bu gücümüze güç katar.  Diğer bir etken kağıttır. 

Aldığımız kağıdın kalitesi değişiklik gösterebilir; ince veya kalın, parlak veya mat olabilir.

Ancak bizim işimiz, bize verilmiş olan kağıda, tüm yeteneğimizi kullanarak kalemimizle güzel bir şiir yazmaktır.

Sadece bu kısım bizim elimizdedir.

Tanrı’nın elinde bir kalem olmaya çalışın.

Bazen bu kalemle yazarken hatalar yapabiliriz. Kalemin diğer ucunda bulunan silgiyi kullanarak, hatalar hemen düzeltilebilir ve kelimeler yeniden yazılabilir. Yazının sonunda, genellikle yazdıklarımızı okuruz. Eğer uygunsuz kelimeler kullanmışsak, onları hemen silebilir, yeni ve daha güzel kelimeler kullanabiliriz. 

Bunun için sabır gerekir. Hatalarımızı düzeltmek için biraz zamana ihtiyacımız var.

Korona salgını, hayata bakış açımızı ve hayat tarzımızı tamamen değiştirdi.

Hayat o kadar telaşlıydı ki, çocuklar anne babalarını görmeye fırsat bulamıyordu. 

Çocuklar uyanmadan evvel, ebeveynleri işe gitmiş olurdu. Onlar işten döndüğünde, çocuklar genelde uyumuş olurdu. Tatiller bile laptop ile geçirilir, çocuk için kucakta yer olmazdı. Korona’dan önceki durum buydu. Çocuklar anne-babalarının sevgi ve ilgisine açtı. 

Şimdi ise çocuklar anne babalarıyla az da olsa vakit geçirebiliyor.

Çoğu anne ve baba, birbirlerinin günlerini nasıl geçirdiklerini görünce, birbirlerine karşı daha anlayışlı oldular. Bu, birbirlerine uyumlanabilmelerine yardımcı oldu. Birçok anne, ev hanımı olduğundan, tüm günlerini evde dört duvar arasında geçiriyor.

Ev hapsine girmemiz, onların her daim evde kalmasının ne kadar zor olduğunu anlamamıza yardımcı oldu. 

Eskiden insanlar, güvenli limanları, evlerine ulaşmayı istiyordu. Ama bugünlerde insanlar işten eve döndüklerinde dışarı çıkmanın yollarını arıyorlar. Çünkü evde kalıp birbirlerine bakmaya devam ederlerse kavga çıkacağını biliyorlar.

Amma’nın aklına bir fıkra geldi: Adam eşine sorar, “Neden maske takmıyorsun?”

“Evin içindeyiz, neden maske takayım?” diye karşılık verir kadın. 

“Çabuk, maskeyi tak,” der kocası, “Bu sayede, yüzünün sadece bir bölümünü görüyorum!”

Adam, karısının yüzünü görmekten sıkılmıştı.

İnsanlar birlikte kalmaya başladığında bunlar olur.

Çocuklarım, kavga ederseniz, sonrasında barıştığınızdan emin olun. Evin içinde her zaman çatışmalar olur. O yüzden, birbirinize karşı hoşgörülü olmaya çalışın.

3. Bölüm

Korona salgını hayata bakışımızı tamamen değiştiriyor. Dünyaya diz çöktüren bu bölünemeyecek kadar küçük bir organizmanın yarattığı bir paradoksun ortasındayız. Dünyadaki tüm aktiviteler durmuş hâlde. 

İnsanlar tarafından sömürülen Doğa, şu anda bir soluklanma ve iyileşme fırsatına sahip oldu. 

Eklemimiz burkulduğunda ya da kemiğimiz kırıldığında, o kısım şişmeye başlar. Şişmesi, bedenin kendini koruma tepkisidir. Beden, o bölgenin iyileşmesi için uyarı verir.

Benzer şekilde, biz de Doğa’ya eziyet ettik ve onu sömürdük. Ve bu Doğa’nın kendini iyileştirmek için koruma tepkisidir.

Amma böyle hissediyor.

İşyerleri kapandı, hava taşımacılığı durdu ve birçok kişi büyük kayıplar yaşadı.  Öte yandan, hava temizlendi ve çevrenin dengesi biraz da olsa yerine geldi. Hava kirliliğinin azalması nedeniyle, Himalaya zirveleri artık Pencap’tan görülebiliyor.

Su kanalları temizleniyor.

Öncesinde %75’i fabrika atıkları, atık sular, ölü bedenler ve kesilen hayvanların kanıyla kirlenmiş olan Ganj nehri şimdi biraz daha temiz hâle geldi. 

Nesli tükenmekte olan nehir yunuslarının tekrar sularında yüzmeye başladığı gözlemlendi.

Bunları gördüğümüzde, dengenin yeniden yapılandığını anlıyoruz.

Bir tarafta ölüm oranı üzüntüye sebep olurken, öte tarafta Doğa dengesini yeniden buluyor. 

İnsanlar evde kaldığı için trafik kazaları azaldı. Cinayet, saldırı, kundaklama ve hırsızlık gibi suçların oranları düştü.

Bedenden ayrılan ruhlar ve geride kalan ailelerine huzur ve metanet için dua ediyor; onlara yardım etmek için elimizden geleni yapıyoruz.

Ama aynı zamanda, diğer tarafı da görerek, bunun bizim için de bir öğrenme eğrisi olduğunu anlamalıyız.

Her şeyde bir hayır vardır. Korona günlerinde, tünelin sonunda umut ışığının olduğunu göstermek için birçok şey ortaya çıktı: 

Önemli olduğunu düşündüklerimizin aslında önemsiz olduğunu anladık. Gençlerimiz, birkaç şeyden eksik kalsalar bile huzurlu yaşayabileceklerini anladı. 

İnsanlar daha önce tek bir gün bile vazgeçemedikleri birçok şeyi yapmadan durabiliyorlar.

Mesela, içki.

Ulaşılamadığından, birkaç kişi bu alışkanlığı bırakabildi. Aynı şekilde, alışveriş bağımlılığı da.

Lâzım olsun ya da olmasın alışveriş yapan, alışveriş bağımlısı insanlar var. 

Tamamen alışverişten vazgeçmek zorunda olmadığınız gibi, Amma, bu molanın gelecekte kendinizi dizginlemek ve kontrol etmek için farkındalık aşıladığını umuyor.

Birçok insan et yeme arzusunu kontrol etmede başarılı oldu ve vejetaryen oldular.

Kontrol edemeyeceğimizi düşündüğümüz pek çok şeyi kontrol altına aldık.

Bu da bize, böyle de yaşayabileceğimizi öğretti. 

Her gün yemek sipariş eden ya da dışarıdan yiyen insanlar var. Evde yapılan yemeği atıp, her gün dışarıda yiyorlar. İnsanlar bu dürtüyü kontrol altına aldı ve ev yemeklerinin kıymetini anladı. 

Amma, dışarıda yemek yemeyi kesmenizi söylemiyor. Bu restoranlar da iş yapıyor ve geçinebilmek için insanların orada yemesi gerekir. Ancak bu, çocuklarımın gönül aynasına bakmaları ve kendilerini anlamaları için iyi bir fırsat oldu.

Birçok çocuğum bazı kötü alışkanlıklarını yenebildi. Tecrit sonrası, yeniden onların pençesine düşmeyeceklerinden emin olmalılar.

Birçok aile Amma’ya gelerek babalarının alkolik olmasından yakınır. Onların gözyaşlarını gören Amma, çok üzülür. Amma, babaların bu alışkanlıklarını dizginlemeye devam etmesi için çabalamasını umuyor.

Amma, çocuklarından bunu yapmasını rica ediyor.

İnsan, bu dünyanın sadece kendisine ait olduğuna dair yanlış bir kanaate sahiptir. Bu düşünce ile Doğa’yı, kaynaklarını ve içinde yaşayan canlıları yüzyıllardır sömürdük. 

Yaptığımız şeyin, oturduğumuz ağacın dalını kesmekle eşdeğer olduğunu anlamadık. Bugün, dünyada sırf %30 ormanlık alan kaldı. Eğer böyle devam edersek, sadece birkaç yıl içinde son ağaç da yeryüzünden kaybolacaktır.

Okyanusun durumu da farklı değil. Deniz yaşamının en büyük katili köpekbalığı veya balina değildir. Plastiktir. Gökyüzü bile kirlilikle kaplanıyor. Uzay ise terkedilmiş uydular ve diğer eski uzay ekipmanlarının kalıntılarıyla kirletilmiş durumda.

Gökyüzü duman ve fabrikalardan çıkan emisyonlarla kirlenmektedir.

Sular, evsel ve diğer atıklarla kirleniyor.

Toprak, verimi arttırmak için kimyasal gübreler ve pestisitler ile kirleniyor.

Hayvanların şişmanlaması için hormon enjekte ediliyor. İnsan ise tüm bunları yiyor ve içiyor.

Bu nedenle hastalıklar artıyor.

İnsanın ve tabiatın, doğal bağışıklığı büyük ölçüde azaldı. Son zamanlarda insanlar gittikçe daha fazla yeni hastalığa yakalanmaktadır.

Yani, uyanmalıyız…

4. Bölüm

Tüm dünyayı, bir aileden ziyade, bir iş olarak görmeye başladık.

Dünyayı bir ekonomi ya da işletme olarak gördüğümüzde, sadece sınırsız büyüme olasılığını takdir ederiz. Fakat, böyle bir büyüme her zaman faydalı değildir.

Kanser hücreleri de sınırsız büyüme gösterir ve bu yüzden insanı öldürürler.

Aynı şekilde, topluma yardımcı olmayan büyüme doğru büyüme türü değildir.

Bu, hem toplumu hem de bireyleri mahveder.

Hepimiz şu anda “Al! Al! Daha fazla al,” tutumuna sahibiz. 

Dört kişilik bir ailede dört araba bulunuyor. Hatta bazı dört kişilik evlerin sekiz arabası bile var. Ve hız çok önem taşıyor. 

Otobüsle 10 saat seyahat etmek yerine insanlar bir saat süren uçak yolculuğunu tercih ediyor.

Hayatın kendisi çok hızlı hale geldiğinden şimdi ölüm de hız kazandı.

Küresel açlığı ve bunun sonucunda ortaya çıkan ölümleri azaltmak için ürün üretimini artırdılar ve diğer icatlar çıkardılar. 

Açlığı durdurmak için, daha büyük domatesler, üç yıl içinde çiçek açan mango ağacı hibritleri vb. ürettiler.

Hormon enjekte etmek gibi yapay yollar bulduk. Sonuç olarak, insanlar zehirli yiyecekler tüketiyor.

Buna ilave olarak, ağaçlar kesildiğinden hava kirliliği yoğunlaştı. 

Toprak kimyasal gübrelerle kirlenmiş olduğundan, toprağın ömrü azaldı. Gübre toprağı o kadar kötü etkiledi ki, artık ondan cevap alamaz olduk.

Bugün soluduğumuz hava, fabrikaların dumanları ile kirlenen havadır. Nehirler de kirlendi.

Bazı bölgelerdeki sulara şimdi rastgele klor ekleniyor. Bu konuda da dikkatli olmalıyız. Klor sadece öngörülen miktarda eklenmelidir. 

Sudaki yüksek klor oranı kansere ve mide asidine yol açıyor.

Atmosfer bize yeterince bağışıklık sağlayamıyor. 

Yediklerimiz de artık bağışıklığımızı güçlendirmiyor. Gıdalardaki ve bedenimizdeki düşük bağışıklık, bedenimizi güçsüz bıraktı. 

Günümüzde çocuklar antibiyotik olmadan basit bakterilerden bile kurtulamaz oldu. 

Bütün bunlar sadece birkaç yıl içinde gerçekleşti. 

Şimdi yeni ilaçlar arıyorlar. 

İnsan vücudu zayıfladı. 

Mesela bu hibrit bitkilerin sürekli gübrelenmeye ve ilaçlanmaya ihtiyaçları var. 

Eğer düzenli olarak ilaçlanmazlarsa, haşereler hemen saldırıyor. Bitkiyi öldüren minicik solucanlar ile kaplanıyorlar. Ne yazık ki, bitkinin solucanlarla savaşmak için doğuştan gücü bulunmuyor. 

Melez inekler, melez kümes hayvanları ve melez bitkiler sadece elverişli iklimlerde yetişiyor. 

Ortam ısısının onlara uygun hale getirilmesi gerekiyor.  Özel kümesler ve gıdalar gerekiyor. 

Yerli inekler, yerli kümes hayvanları ve yerli bitkiler bunlara ihtiyaç duymazlar. 

İnsanlar da bu melez hayvan ve bitkilere benzemeye başladı. 

Yakında, aya giden insanlar gibi, solunum tankları ile dünyada yaşamak zorunda kalabiliriz. 

Günümüz insanının her şeye karşı bir alerjisi bulunuyor. 

Bitkiler, çiçekler, meyve ve sebzeler olsun, Doğa bereketini hayvan ve insanlarla paylaşır. 

Kuşlar ve hayvanlar bitkilerin tohumlarının dağılıp yayılmasına yardımcı olur.

Ağaçlar, hayvanlara gölge, kuşlara barınak sunar. 

Hayvan ve kuş dışkıları, ağaçlara ve bitkilere doğal gübre sağlar.

Ağaçlar ve bitkiler, yaprakları ve çiçekleriyle dünyayı güzelleştirir.

Doğaya baktığımızda, sevgi, birlik ve birbirine bağlılığın güzel örneklerini görürüz.

Bhārat (Hindistan’ın asıl ismi) topraklarının insanları bunu yajña samskāra (fedakârlık kültürü) diye adlandırırlar.

Bu gezegendeki yaşamımız, tüm bu canlıların ortak çabası ile mümkün olur.

Nehirler, ağaçlar, bal arıları, kelebekler, solucanlar- bunların hepsi yaşamımızda önemli rol oynarlar. Onlar olmadan var olamayız.

Tıpkı motoru bozulduğunda ya da eksik bir vidası olduğunda uçağın uçamayacağı gibi.

Tüm bunlar bizi yaratmak ve sürdürmek için bir araya geldi. 

Doğayı bir ağaç olarak görürsek; kökleri, dalları, yaprakları, çiçekler ve meyveler onun bünyesinde yaşayan tüm canlıları oluşturur.

Ağaç ancak tüm bunlar bir araya geldiğinde tamamlanmış olur.

Bu parçalardan biri yok edildiğinde, bunu çok geçmeden diğer parçalar da izler ve yok olurlar.

Doğa olmazsa, ne insan ırkı ne de medeniyet kalır. 

Doğa, insan olmadan da varlığını sürdürür.

Başımıza gelen bu salgını, Doğanın, ona saygılı davranmak ve onu korumak için bir uyarısı olarak düşünebiliriz.

Bu dönem, kendilerini çok güçlü zannedip gurur duyan insanların, kendi acizlikleriyle yüzleşmeleri için iyi bir zamandır.

Bunu idrak etmemizin zamanı geldi. 

Tüm canlıları korumak insanın görevidir.

Doğa bizim annemiz ve diğer varlıklar kardeşimizdir.

Bu farkındalığı içimizde uyandırmanın tam vaktidir.

5. Bölüm

Bir Kuzey Hindistan turundayken, oğle yemeği için bir mola vermiştik.

Tur ekibi neredeyse 500 kişiden oluşuyordu ve yemek ona göre hazırlanmıştı.

Gölge bir yer arıyorduk.  Ağaçlık bir alan bulunca oraya oturduk.

Oradaki ağacın bulunduğu yerde bir mahātma (eren) ruhani çile pratiklerini yaptığından, mekân kutsal kabul ediliyormuş.

İnsanlar ağacı tavaf ediyor, sonra bir rüzgarın gelip, ağacın yapraklarını dökmesini bekliyorlarmış.

Düşen yaprakları büyük bir saygıyla toplayıp, evlerindeki mabetlerine prasadam (nimet) olarak götürüyorlarmış.

Amma bunu gördüğünde çok duygulandı ve insanların her ağaca ve bitkiye aynı saygıyı göstermesini diledi.

Dünya o zaman cennet bahçesine dönüşür.

Eğer insanlar dünyadaki canlıları korursa, canlılar da insanları korur.

Tıpkı dharmayı koruyanların, dharma tarafından korunacağı gibi.

Koronavirüs bizim için bir uyarı alarmı.

Bunların zor zamanlar olduğu bir gerçek.

Ancak bizler elimizden geldikçe neşeli ve mutlu olmalıyız.

Aynı zamanda, dikkat seviyemizi en üste çıkartmalıyız.

Bu bizim sorumluluğumuzdur.

Zorluklarla yüzleşirken neşeli olmak, hissettiğimiz mutsuzluğu bastırmak anlamına gelmez.

Üstesinden gelmek anlamına gelir.

Zihnin mutlu hâlini korumanın en iyi yolu bir şeyle meşgul olmak, anlamlı ve işlevsel bir aktiviteye kendini vermektir. 

Başkalarının acısını kendi acımız gibi görmeli, onları varlığımızın bir parçası olarak algılamalı 

ve onlarla bir gönül bağı kurmalıyız.

Bir açıdan, bu içe dönmek için çok güzel bir fırsat.

Çoğumuz olan biteni internetten takip ediyoruz. 

Fakat bu tek başına yeterli değil.

Kısa bir süreliğine, ‘İçsel-net’e de bakmayı deneyin.

Kendimizi anlamak için çabalayabileceğimiz iyi bir zaman.

Bu arada fiziksel egzersiz de yapmalıyız.

Yoga bu açıdan uygundur. Meditasyon yapın. 

Tinsel kitaplar okuyun.

Blender gibi ev aletleri, onları nasıl kullanacağımızı anlatan bir kullanım kılavuzu ile birlikte gelir. Makinanın kullanımını açıklayan talimatlar içerir.

Mesela, motorun yanmaması için aleti uzun süre açık tutmamayı söyler. Başka alet-edevatın da kullanım kılavuzları vardır.

Aynı şekilde, tinsellik hayatın yaşam kılavuzunu içerir.

Hayatımızı nasıl yöneteceğimizi öğretir.

Bu ruhani talimatlara dikkat etmeliyiz. 

Eğer spiritüel kitaplar okuyup anlarsak, sahip olduklarımızla mutlu ve memnun oluruz.

Bizler, başkasının yakmasına ihtiyaç duyulan muma benzemeyiz. Bizler, kendiliğinden ışıldayan güneşiz.

Sen çaresiz, yardıma muhtaç kedicik değilsin. 

Sen cesur, kükreyen bir aslan yavrususun.

Dünyanın sunduğu nimetler, sırf insanların sefasını sürmesi için değildir.

Tüm canlıların bu nimetten faydalanma hakkı vardır.

Benzer şekilde, gelecek nesillerin de buna hakkı var.

Bencilliğimiz ve koşulların yarattığı baskı yüzünden, genelde sadece geçici kazanca bakmanın cazibesine kapılırız.

Bu cazibenin üstesinden gelmeliyiz.

Amma bir hikaye hatırladı:

Adamın biri hacca gidiyormuş.

Fakat kıyafet, yemek ve cüzdanının olduğu çanta yolda çalınmış.

Adam yürüdüğünden çok susamış. 

Uzakta bir tepenin üzerinde bir kuyu görmüş. 

Susuzluktan ve yorgunluktan bitap hâlde, sonunda kuyuya varmış. 

Çok mutlu olmuş.

Kuyudan su çekmek için pompalamış ama bir damla su bile gelmemiş.

Hayal kırıklığı ve üzüntüyle çökmek üzereyken gözü bir şeye takılmış.

Kuyunun kenarında küçük bir kap görmüş.

Hemen kaba uzanmış ve içinde bir miktar da su bulmuş.

Suyu tam içmek üzereyken, kaba iliştirilmiş bir yazı fark etmiş:

“Suyu çekmeden evvel bu suyu el pompasına dökün. O zaman pompa çalışacaktır.

İhtiyacını karşıladıktan sonra, senden sonra gelecek susuz yolcu için de kaba su koymaya unutma.”

Yolcu bir anda şaşkına dönmüş. Susuzluktan ölüyordu.

“Ya suyu pompaya dökersem ve çalışmazsa? O zaman bu birazcık suyu da heba etmiş olacağım. 

Dökmeli miyim? Yoksa içmeli miyim? Gerçekten susuzluktan ölüyorum.

Ama bu suyu pompaya dökmez ve kuyudan su çekmezsem, buraya gelebilecek susuz birine karşı suç işlemiş olurum.”

Bencillik ve başkaları için endişe duyguları arasında vicdan muhasebesi yapıyordu. 

Sonunda vicdanı kazandı ve suyu el pompasına döktü.

El pompasının çalışmasına sevinmiş ve soğuk temiz su içmenin keyfini yaşıyordu.

Kana kana suyu içtikten sonra, kaba su doldurdu ve yoluna devam etti.

Bu hikayeden ne öğreniyoruz?

İhtiyacımız kadar olanı alıp, başka ihtiyacı olan kişiyi de düşünmemizi öğretiyor.

Başkalarının da, bizim çektiğimiz acıları çektiğini öğretiyor.

Bu hakikati idrak etmeliyiz. Hem teslimiyet tavrına sahip olmaya hem de başkalarını düşünmeye gayret etmeliyiz.

6. Bölüm

Hepimiz COVID-19 virüsünün pençesinden kurtulacağımız günü bekliyoruz.
Hepimiz, umut ve aydınlığın hakim olduğu yeni bir dünyayı karşılamayı bekliyoruz.
Bu noktada, Doğa’nın bize vermiş olduğu dersi asla unutmayacağımıza ve geçmiş hatalarımızı tekrarlamayacağımıza kesin karar vermeliyiz.
Bundan böyle her bir adımı çok dikkatli ve temkinli atmalıyız.

Dikkat etmemiz gerekenler nedir?
En önemlisi, düşünce, söz ve eylemlerimizde haddimizi bilmeliyiz. Herkesin zayıf ve sınırlı yönleri vardır.
Ancak, dharmik olan ihtiyaç ve istekleri gerçekleştirmede bir sorun yoktur. Zaten Doğa bize bunları sağlamak için yardım eder. 

Fakat bizler, Doğa’daki her şeyin insanın emri altında olduğuna dair düşünce ve tavrımızı değiştirmeliyiz.
Kibrimiz tavan yapmış hâlde.
En güçlü ve en mükemmel olduğumuzu düşünüyoruz.

Ama Tanrı bize virüsle bir tokat attı. Şimdi rüyadan uyanıp, daha ihtiyatlı olmasını öğrenmeliyiz.
“Ben” ve “benim,” gibi sığ fikirlerden arınıp, tüm dünyayı ve yaratılan her canlıyı bir bütün olarak barındıran zihniyete sahip olmalıyız. Dünyaya bakışımız böyle olmalı. 

İnsanın tüm düşünceleri ve yaptıkları hep egonun çevresinde dönüyor. Bu yaklaşım değişmeli. Narsis görüşü, sırf kendi yansımasını gölde görmesini sağlar. İnsan, ağaçların ve tüm Doğa’nın yansımasını gözden kaçırmıştır.
Bu böyle devam edemez.
Her şeyi sevgi ve saygı ile kabul etmeliyiz.
Şu anda bilgi çağındayız. Fakat bilgiyi sadece kafamızda barındırırsak, hem kendimize hem de başkalarına yük oluruz.
Bilgi, kalbimize ilim olarak akmalıdır.
Ancak o zaman muhakemenin ışığı içimizde doğar.
Ve ancak bu ışık doğduğunda bizle yaşayan tüm canlılara şefkat dolu gözlerle bakabiliriz.

Eğer bunu yapamazsak, gelecekte çok büyük tehlikelerle karşılaşacağız. Zaman ve Doğa’nın bizi yok etme ihtimali mümkün.

İki vahşi yaşam fotoğrafçısı ormanda yürüyormuş. Birden önlerine dev bir aslan atlamış. İki fotoğrafçı korkudan tir tir titriyormuş. Bir tanesi ağzını kıpırdatmadan diğerine,
“Sakın kıpırdama! Nefes dahi alma ve heykel gibi sabit dur!
Kitapta ne okuduğumuzu hatırlıyor musun?
Eğer kıpırdamaz ve aslanın gözlerine bakarsak, gidecektir,” diye fısıldamış. 

Diğeri de demiş ki, “Haklısın kanka, kitapta öyle okuduk. Yalnız, aslan da o kitabı okudu mu emin değilim. O yüzden koş!”

Kitapta yazanlar ile hayatta yaşananlar genelde farklı olur. Ancak gerçek olaylara maruz kalınca hayattan öğreniriz.
Hayat, kitapta yazanlar değildir.
Üniversitede öğrendiklerimiz, tüm kâinattan öğrendiklerimizin yüzde 10’unu bile geçemez. Evrende, her bir canlıdan bir şeyler öğreniriz. Karınca ve sivrisinek gibi en küçük yaratıklardan dahi.
Tüm evrenden öğreneceğimiz evrensel eğitim, gerçek üniversitedir.
Gerçek öğrenim ancak deneyim ile olur.
Saf bir çocuk ile olgun yetişkin arasındaki fark budur.
Kitap okumak bize bilgi verse de deneyim ve tecrübe bizim gerçek öğretmenlerimizdir. Kitaplar bize, yaşamın mutlu olmak üzerine kurulu olduğunu söylüyor, üzüntü üzerine değil.
Gel gör ki, cenazede şaka yapmak ya da kahkaha atmak uygun olur mu?
Bizler, gerçek yaşam deneyimlerinden öğreniriz. Bir durumu atlattığımızda, yaşadıklarımızdan bir ders aldığımız söylenir.

Şu anda ar damarımız çatlamış hâlde.
Diyelim ki, bir kaza oldu ve biri kötü yaralandı. Aklımızda hemen ticaret yapmaya başlıyoruz: “Kaza mahallinde kaç tane limonlu soda satabilirim!”
Bu iş kafası tavrı gittikçe artıyor.
 

İnsanlar yönetim okuyor, MBA derecesi yapıyor ama henüz kendilerini yönetmeyi bilmiyor. 500 kişilik bir şirketi yönetmek demek, 500 zihin yönetmek demektir.
Ne yazık ki henüz kendi zihin ve düşüncelerimizi yönetmeyi beceremiyoruz.
Dış dünyanın nesnelerini yönettiğimiz gibi, kendi iç dünyamızı ve aklımızı da yönetmeyi öğrenmeliyiz.
 

7. Bölüm 

İnsanlar yönetim okuyor ama henüz kendilerini yönetmeyi bilmiyor. İnsanlar şirket ve işyerleri yönetmek için MBA okuyor. 500 kişilik bir şirketi yönetmek demek, 500 zihin yönetmek demektir. Ne yazık ki henüz kendi zihin ve düşüncelerimizi yönetmeyi beceremiyoruz.

Dış dünyanın nesnelerini yönettiğimiz gibi, kendi iç dünyamızı ve aklımızı da yönetmeyi öğrenmeliyiz. Yoksa insanın kişiliği ancak kısmi olgunlaşabilir.
Dünyanın bereketi sadece insanların keyif sürmesi için değildir. Tüm canlıların buna hakkı var. Aynı şekilde, gelecek nesillerin de hakkı var.
Bencilliğimiz ve koşulların yarattığı baskı yüzünden, genelde sadece geçici kazanca bakmanın cazibesine kapılırız. Bunun üstesinden gelmemiz çok mühim.

Bu hakikati iyi idrak etmeliyiz. Hem teslimiyet tavrına sahip olmaya hem de başkalarını düşünmeye gayret etmeliyiz.
Biz ise, sahip olduklarımızı bırakmayı sevmiyor, üstüne bir de gördüğümüz her şeyin bizim olmasını istiyoruz. Bizler sayısal loto tutturmak isteyen ama bir türlü sayısal kuponu oynamayan insanlara benziyoruz.
Hiçbir iş yapmak istemiyoruz. Başkalarını da dikkate almıyoruz. Ve elde ettiklerimiz bizi mutsuz kılıyor.

İki arkadaş nehir kenarında oturup dinginliğin keyfini çıkartırken, karşılarında bir anda ilginç bir ilan görmüşler: “İleride bahsedilmeyen sırlar kazanı var!”
İlanın bir sonraki cümlesi daha karanlık ve gizemliydi:
“Dikkat! Alan da almayan da pişman olur!”
Tüm bunların ne olduğunu merak eden iki arkadaş hızla ilanın geldiği yere yürüdü.
O noktaya vardıklarına hava kararmıştı. Bir tanesi, elini kazana sokup beze sarılmış ufak bir bohça çıkarmış. Diğeri ise elini sokmayı çekinmiş.
Eve vardıklarında, ilki beze sarılı bohçayı açtı.
Bir de ne görsünler? İçinden bir avuç altın tozu çıkmış. 

“Olamaz,” demiş öteki adam şaşkınlık içinde, “Keşke ben de alsaydım!”
“Olamaz,” demiş ilk adam, “Keşke daha fazla alsaydım!”

Nihayetinde, her ikisi de hayal kırıklığına uğramıştı.
İnsan zihninin vaziyeti de aynı. Alsak da almasak da üzgünüz.
Oysa, insan ve Doğa arasında bir alış-veriş olmak zorunda. Biz biraz bile versek, Doğa bize yüz katını veriyor.
İnsanlar sadece almasını biliyor, vermeyi bilmiyor.
Bir solucan bile, toprağı havalandırıp, dışkısı ile toprağı gübreliyor.
Peki biz ne yapıyoruz? Sadece yok ediyoruz. Gelecek nesillere karşı sorumluluğumuz ne olacak?
Tek amacımız, bencil isteklerimizi doyurmak olmamalı.
Eğer dünyadaki kaynakları gelecek nesillere de kalacak şekilde kullanırsak, her iki neslin ihtiyaçları karşılanmış olur.
Her gün camiye giden fakir bir çocuk varmış. Varlıklı bir adam çocuğu fark ettiğinde sormuş, “Neden her gün camiye gidiyorsun?”

“Dua etmeye gidiyorum,” demiş oğlan, “bütün arkadaşlarımın iyi ayakkabıları var. Benim bir ayakkabım bile yok. Allah’a bana yeni ayakkabı vermesi için dua ediyorum.”

Birkaç gün sonra çocuğu yeniden görmüş.

“Ayakkabılarına kavuştun mu? Çocuğum, bırak bu saçma duaları! Allah sana ayakkabı vermedi, değil mi?”
“Aa, ama bana ayakkabı verdi,” diye yanıtladı çocuk sakince.
Zengin adam, “Ama ayağında ayakkabı görmüyorum,” dedi.

“Görmüyorsun, çünkü Allah ayakkabıları benim gibi çocuklara iletmen için sizin gibi insanlara verdi. Ama senin gibi insanlar onları bizimle paylaşmıyor.”

Bir yanda insanlar para yığınlarının üstünde otururken, öte yanda insanlar yoksul ve dipsiz kuyuların için gömülmüş durumda.
Varlık ve yokluk arasındaki uçurum büyüdükçe, aralarındaki çatışmalar da artacaktır. Gelecekte, servet, su vb. için savaşlar çıkabilir.
Böyle engeller, Özbenliğimize uyanmamız için fırsat sunar.
Yıkılan bir evin yerine yeni bir ev inşa etmek gibi.  
Mesela, Kerala sellerinin ardından, insanlar yeni evler yaparken daha dikkatliydi. Evlerini, gelecek sellerden etkilenmeyecek yükseklikte yapmaya özen gösterdiler.

Aynı şekilde, yarınları güvence ve koruma altına almak için bugün harekete geçmeliyiz. Felaketler, daha farkında ve dikkatli olmamız için bir çalar saat görevi görür.
Bizi anın ihtiyacına göre doğru davranabilmemiz için hazırlar.
Bu bir uyanış zamanı.
İnsanların içinde, felaketlerin üstesinden gelip kurtulmaları için güç, cesaret, iyilik ve sevgi mevcuttur.

Gerekli olan tek şey ise uyanmaktır.
Korku ve hayal kırıklığına yenik düşmenin zamanı değil.
Muhakeme ve farkındalık güçlerimizi uyandırmanın tam zamanıdır.

Gönül kapımızı aralayıp birbirimizi sevelim ve birbirimize hizmet edelim.
Ve Doğa’ya karşı görevlerimizi yerine getirelim.
Sınandığımız bu zamanların tez bitmesi için Allah dualarımızı duysun.

İnsan ırkının izlediği bu yaşam tarzı üzerine ciddi şekilde kafa yormalıyız. Hatta kendi yaşam tarzımızı da gözden geçirmeliyiz.
Dürüst ve samimi bir şekilde kendimizi değerlendirmeliyiz.
Fikren ve fiilen yaptığımız hataları düzeltmeliyiz.

Bu da ancak mevcut anda yani ‘şimdi’de mümkündür.

Amma, bunu başarabilmemiz için Yüksek Bilinç- Parāmātman’a dua ediyor.