Amma’nın öğretileri, dünyaya gözünü açması ile başladı. Amma dünyaya ağlamadan, sükûnet içinde geldi. Onun bu ilâhi gelişi dahi tefekkürümüze konu olmaya layıktır. Amma’nın her eylemi, her sözü bir ders niteliği taşır. Amma’nın hayatı, onun öğretisidir.
Amma’yı izlerken onun bizlerde uyandırmak istediği bütün ilâhi niteliklerin vücut bulmuş hâli olduğunu fark ederiz. İlâhi aşk ve adanmışlığı anlamak istiyorsanız, ilâhiler esnasında yanaklarından süzülen gözyaşlarını gözlemleyin. Dünyaya karşılıksız olarak hizmet etmeyi öğrenmek istiyorsanız, onun yanında oturarak bir akşamda 12.000 insanı kucaklamasına şahit olun. Sādhana (spiritüel pratikler) hakkında sorularınız var ise, onun sahilde hareketsiz bir biçimde oturup dünyadan soyutlanarak geçirdiği yıllarını düşünün. Amma’nın her yaptığı bir meditasyona dönüşür. Bu ister sessizlikte oturmak olsun, ister binlere seslenmek olsun, ister aşramın avlusunu süpürmek olsun.
Amma kendi konforunu reddederek, bize feragatı öğretir. Amma aldığı her solukla, hiçbir erkeği, kadını, çocuğu kendi Öz Benliğinden ayırt etmediğini göstererek bize Advayta’yı (Teklif Felsefesi’ni) öğretir.
Eylemlerin kelimelerden daha güçlü olduğu aşikârdır. Ancak, Hakikat’i Amma’nın dudaklarından duymamız, bizde bir zırh etkisi yaratır. Onun sohbetine ister yüzlerce kişilik kalabalıkta ister aşramda bizzat yakınında oturarak kulak vermek kısmet olsun, Amma’nın satsangı (Hakikat sohbeti) insanda derin etkiler yaratır ve unutması zordur.
Amma, söz ve fikirlerin ötesinde Hakikat hâlinde köklenmiştir. Belki de doğum anı ile bize öğretmeye çalıştığı şey budur. O sükûnet hâlini bize öğretmek istediğinde, bunu bir düşünceye dönüştürür. Bizi sessizliğe götürebilecek o düşüncelerin bir kısmı burada derlenmiştir.