Amma’nın Sivil20 Nagpur Açılış Konuşması

Amma, Saf Sevginin ve Mutlak Benliğin bedenlenmiş hali olan hepinizin önünde eğiliyor.

Amma, C20 konferansları arasında saygın bir yere sahip olan bu zirveye katılmaktan ve bu girişim için değerli katkılarını sunan yönlendirme komitesinin, STK ve Hükümet Dışı Kuruluşların seçkin üyeleri ile şahsen tanışmaktan büyük memnuniyet duyuyor.

Günümüzde insanlık pek çok olağanüstü zorlukla karşı karşıyadır. Algılayamayacağımız ya da Anlayamayacağımız daha süptil seviyelerde sayısız zorluklar var. Bu noktada insanlık iki vasfa ihtiyaç duyar: Sorunu tespit etmek için bilgelik ve onu düzeltmek için zihinsel tutum ve zekâ. Ne yazık ki, bizler sınavdan bir gece önce ders çalışan öğrenciler gibiyiz. Ancak bir felaketin eşiğindeyken doğru düşünüyoruz. Ancak o zaman bir şey yapmamız gerektiğini fark ediyoruz.

COVID salgını üç yıl süren bir sınama dönemiydi. Krizin içinde ilerlerken insanlar, gelecekte daha iyi şeyler yapmaya karar verdiler. Fakat böyle kararlar uzun soluklu olmuyor. İnsanlar kaçınılmaz olarak eski alışkanlıklarına bir kez daha dönerler. Gelecek, bölünmüş halde duran ‘tekil’ varlıklara değil, başkalarıyla kaynaşan ve işbirliği yapanlara aittir. Tek başlarına yükselmeye çalışan ülkeler ve toplumlar kesinlikle başarısız olacaktır. Bu, doğanın insanlığa bir uyarısıdır. Bu nedenle, mantramız “Bir” değil, “Birleş” olmalıdır.

İnsanlığın hayatını dilediği gibi yaşamak için belli bir dereceye kadar özgürlüğü vardır. Ancak, televizyon kanallarını değiştirir gibi istediğimiz gibi doğa yasalarını değiştiremeyiz. Her şeyi kapsayıcı olmak Tanrı’nın ve doğanın yoludur. Dışlamak, sadece insanın yoludur. Bu dünyada yaşayan herkes evrensel kapsayıcılık yasasına uymak zorundadır.

Dışlama yasalarını zorla dayatmaya çalışırsak, bunun tek sonucu uyumsuzluk ve tehlike olur.

Bugün yaşadıklarımız, pek çok insanın evrenin dokusuna müdahale etmesinin bir sonucudur.

Çevreyi değiştirmeye ve korumaya çalışmanın yanı sıra, zihniyetimizi de değiştirmeye hazır olmalıyız. Geçmişte ebeveynler çocuklarına iyi davranmalarını, gerçeği konuşmalarını, herkese sevgi dolu olmalarını, başkalarına yardım etmelerini ve iyi çalışmalarını öğütlerdi. Ama bugün, bazı ebeveynlerin çocuklarına akıllı, kıvrak, kazanan olmayı ve kendilerinden aşağı insanlarla iletişime geçmemelerini öğrettiklerini duyuyoruz. Oysa geçmişte anne-babalar çocuklarını nasıl yetiştiriyordu? Öz annem altmış beş yıl önce kendisi örnek olarak öğretti bana. Benim doğduğum köyde yaklaşık bin tane ev vardı. O ailelerin içinden sadece yüz kadarının sabit gelirli işleri vardı. Yaklaşık dokuz yüz aile geçimini balıkçılıktan, o gün para kazanırlarsa karınlarını doyurup aksi takdirde aç kalarak, günlük kazanırdı. Banka hesapları yoktu. O günlerde insanlar kalabalık aileler halinde yaşıyordu. Bizim evde yemek hazır olduğunda annem önce komşuyu düşünür ve şöyle derdi, “O komşu henüz balıktan dönmedi. Çocukları aç olmalı.” İki ya da üç çocuk için yiyecek hazırlar ve bunu onlara götürmemi istedi. Aynı zamanda kendi çocukları için endişelendirdi. “Az bekleyin” derdi bize. “Birazdan size yemek vereceğim.” Bir süre sonra yememize izin verirdi, ama önce çıkıp gelebilecek beklenmedik misafirler için kenara biraz yemek ayırırdı. Beklenmedik misafir gelirse, annem önce onlara yedirirdi, sonra bize hindistan cevizi rendesi ile karıştırılmış pirinç suyu verirdi. Misafir yiyip gittikten sonra bile annem, misafir memnun ayrıldı mı, karnı doydu mu, diye dertlenirdi. Annem bize bu şekilde örnek oldu.

Günümüz dünyasında, nazik ve yardımsever olmak zayıflık işareti, aldatma ve sahtekarlık ise güçlü yanlar olarak görülebilir. Örneğin, Dhritaraştra ve Gandhari (Mahabharata destanındaki kraliyet çifti) kötü oğulları Duryodhana’yı toplumumuzun ilerlediği yanlış yön ile aynı olan bu mantıksız zihniyetle yetiştirdiler. Çocuklara hem okulda hem de evde değerler öğretilmeli. Küçük yaşta öğrendikleri şeyler, içlerinde sağlam köklere sahip olur. Taze dökülmüş çimentonun üzerinde yüründüğünde, izler sonsuza dek kalır. Aynı şekilde, değerler küçük yaşta aşılandığında, hayat boyu sizinle kalır ve hem kendinize hem de başkalarına fayda sağlar.

Ben dördüncü sınıftayken, sınıfta yaklaşık altmış çocuk vardı. Yüzde 25’i öğle yemeği için eve giderdi. Yaklaşık %15 ila %25’i de evden okula öğle yemeği getirirdi. Kalanı öğle arasında bir miktar su içerdi ve aç bir şekilde bir ağacın altında sessizce otururlardı. Kahvaltıyı da es geçerlerdi. İki kapı ötede oturan bir arkadaşım vardı. Yanında kocaman bir öğle yemeği getirirdi ama sadece küçük bir kısmını yer,gerisini atardı. Ona dedim ki: “İhtiyacın olandan daha fazla yemek getiriyorsun. Neden ikimiz de öğle yemeğimizin birazını aç bir sınıf arkadaşımızla paylaşmıyoruz?” Arkadaşım kabul etti. Birkaç gün sonra, başka çocuklar da yiyecek paylaşımında bize katıldı. Bu, büyük bir fark yarattı. İki haftanın sonunda, tüm çocuklar birbiriyle yemeklerini paylaşmaya başlamıştı. Sonunda, o sınıfta öğle yemeği yemeyen kimse kalmadı. Eğer bilinçli olursak, bunun gibi,mutlaka dönüşüm yaratabiliriz.

İnsanlar dünyada iki çeşit yoksulluk çeker. Birincisi gıda, giyim ve barınak yoksulluğudur. İkincisi ise sevgi ve şefkat yoksulluğudur. Sevgi ve şefkate sahipsek, ilk gruptaki insanların acılarını da giderebiliriz. İnternetin yanlış kullanımı ve öğrenciler arasında giderek artan uyuşturucu kullanımının yanı sıra bilim ve teknolojideki büyük sıçrama, bugün karşılaştığımız çıkmaza katkıda bulunuyor. Mesela teknolojiyi ele alalım.

İnsan hayatında gerçekten devrim etkisi yaptı, ancak olumsuz yönleri insanlığın geleceği için panik ve kaygı uyandırıyor. Günümüzde vicdan ve ahlâki değerlerden yoksun yeni bir neslin yetiştiğini görüyoruz, peki neticesi ne oluyor? Şiddet kendini değişik isim ve şekillerde gösteriyor. Sürekli korkuyla yaşıyoruz. Bir caddede yürümek, mağazadan alışveriş yapmak olsun, ofiste çalışmak,evimizde çocuğumuza bakmak veya banyo yapmak olsun. Umumi tuvaleti kullanmaktan veya bir melodiyi mırıldanmaktan bile korkar olduk. Yine de “modern ve sofistike” olduğumuz için kendimizle gurur duyuyoruz.

Geçmişte, düşmanla dostumuzu kolayca ayırt edebiliyorduk. Ama bugün durum tam tersi!

Kimse ne zaman arkadaşının ona karşı geleceğini veya nerede, ne zaman ve hangi şekilde bir düşmanın ona saldıracağını bilmiyor. Buna istinaden bir hikâye anımsıyorum. Bir zamanlar küçük bir kasabada azılı bir kabadayı yaşarmış. Gün batımından hemen önce, ana meydanda bir yerde konuşlanırmış. Kadınlara tacizde bulunup, erkekleri dövermiş ve eşyalarını gasp edermiş. Onun kabadayılığından korkunca hava karardıktan sonra insanlar o bölgeden uzak durmaya başlamışlar. Onun yerine yan yolları ve başka caddeleri kullanmaya başlamışlar. Bir gün aniden, kabadayının hastalanıp öldüğü haberi yayılmış. Birkaç gün sonra o bölgeye bir gazeteci gelmiş. “Genellikle hava karardıktan sonra kadınlar sokağa pek çıkmaz. Ama burada gün batımından sonra sokakta tek bir adam bile göremiyorum! Ne oldu? ”
Yöre halkı durumu şöyle açıklamış:

“Eskiden burada bir külhanbeyi vardı.”

“Hayattayken, her akşam nerede olacağını, kavşağın hangi köşesinde duracağını bilirdik. O bölgeden uzak durmamız yeterliydi. Böylece tehlikeden uzak olurduk.”

“Ama şimdi, onun hayaleti bize eziyet ediyor. Hayaletin belirli bir şekli olmadığında, ne zaman, nasıl, nerede ve ne şekilde bize saldıracağını kimse kestiremiyor. Üstelik artık süptil bir formda olduğu için eskisinden daha güçlü!” Benzer şekilde, yeni keşiflerimiz ve gelişmişliğimiz de genelde olumsuz bir yanı da beraberinde getiriyor. Önceden aşikâr olan sorunlar artık görünenden görünmeyene doğru form değiştirdi. Dolayısıyla, daha güçlü hâle geldi. Teknoloji çok önemli. Kolaylıkları artırdı ve hayatı konforlu kıldı.Ancak aynı zamanda teknolojinin kötüye kullanımı da arttı… Yani onun da tehlikeleri var… Bu nedenle, herhangi bir yeni buluş veya keşfin olumsuz etkilerine ilişkin kapsamlı bir araştırma, toplumun geneline yayılmadan önce elzemdir. “Yeni”nin “eski”yi ezmesine asla izin verilmemeli. ‘Önlemek, tedavi etmekten daha iyidir’ sözü bu anlamda yerinde bir ifade. Yeni keşifler aynı zamanda benzersiz, yeni tehlikeler anlamına da gelebilir:  Bu tür keşifler toplum için kalıcı bir sıkıntı yaratmadan önce, ortaya çıkabilecek potansiyel negatif etkilerine ve tehditlerine çözüm bulmamız gerekiyor. Dünya bize – hem acı hem de tatlı – sayısız deneyim sunar. Her ikisini de iç gözlem yapmak için fırsat olarak değerlendiririz.

Dünya nüfusu, farklı şekil ve renklerdeki çiçeklerden oluşan güzel bir bahçe gibidir. Çiçeklerin çeşitliliği ve farklılığı dünyanın güzelliğine ve kokusuna katkı sağlar. İnsan kültürünün yeşerebilmesi için çeşitliliklerin böyle sağlıklı bir şekilde harmanlanması şarttır. Tek bir ulus, ırk ya da din izole bir şekilde varlığını sürdüremez. Bu dünya hepimize ait. Elbette, Başbakan Narendra Modi’nin mahir liderliğindeki hükümetimiz büyük bir dönüşüm yaratan çok sayıda ilerleme kaydetmiştir. 

Konuya ilişkin farkındalık yaratmak için bazı örnekler vermek istiyorum. Yaklaşık on yıl önce aşram, Hindistan’daki pek çok köyü evlat edindi. Bazıları tamamen buğday çiftçiliği ile uğraşıyordu. Beslenmeleri sadece yetiştirdikleri buğdayı içerdiğinden, bağışıklıklarının yetersiz olduğu ve bunun da çeşitli hastalıklara yol açtığı tespit edildi. Buğdaylarının bir kısmını sebzelerle takas edebilirlerdi, fakat bunu yapmamışlardı. Diğer bir grup köyde ise, çevre ve iklim değişikliğinin farkında değillerdi. Ataları tarafından kendilerine aktarılan aynı eski modelde ekime devam ediyorlardı. Yağmur düzenindeki değişiklik nedeniyle mahsulleri başarısız oldu ve aç kalmak zorunda kaldılar. Çoğu dışarıda çalışmak için köyü terk etmek istemiyordu. Dolayısıyla, hayatlarını kazanmak için ayrılmak yerine, evlerinde aç kalıyorlardı. Diğer köylerde, öngörülemeyen yağmur döngüleri ve azalan gelir nedeniyle esrar yetiştiriciliğine geçtiler. Başlangıçta bunu ifşa etmek istemediler, ancak daha sonra çok daha fazla para (üç ayda beş yüz bin rupi) kazanabildikleri ve rahat bir yaşam sürebildikleri içinekim yapmaya başladıklarını açıkladılar. Yani, düzenli yaşam tarzları sekteye uğradığında, nasıl yanlış seçimler yaptıklarını ve sonucunda pek çok hayatı nasıl mahvettiklerini görüyoruz. Hükümet, özellikle yağmur suyu hasadı projeleri için programlar uygulamaya koydu. Ne yazık ki köylüler bu programlara nasıl başvuracaklarını ya da bu programlardan nasıl faydalanacaklarını bilmediklerinden, öğrenme fırsatını kaçırdılar. Evlat edindiğimiz köylerden birinde yağmur suyu hasat sistemini devreye soktuk  ve bunun sonucunda mahsul üretimi ve gelirleri arttı. Bazı köylerde içme suyunun bulunmadığını tespit ettik. Kirli su içtiklerinden, kolera gibi hastalıklara yakalanıyorlardı. Buna çözüm olarak üniversitemiz bir araştırma yaparak ‘Jivamritam’ (Yaşam Nektarı) adlı bir filtre geliştirdi. İlk olarak deneme amaçlı olarak Amritapuri aşramının yakınına monte edildi. Kullanım ile bulaşıcı hastalıkların azaldığını tespit ettik. Ardından Amma bu filtrelerin evlat edindiğimiz köylere yerleştirilmesini sağladı ve böylece o bölgelerdeki sudan kaynaklı hastalıklar da önemli ölçüde azaldı. Başka köylerde kadınların evlerinde kullanmak üzere su getirmek için her sabah uzun mesafeler yürümek zorunda kaldıklarını gördük. Zamanlarının tamamını su getirmek ve ev işlerini bitirmekle geçirdikleri için gelir elde edemiyor ve ailelerine bu açıdan destek olamıyorlardı. Buralarda sondaj kuyuları açarak evlerine su götürdük. Ancak daha sonra, suyun sürekli aktığı kuyularının yakınında yaşayanların suyu gelişigüzel israf ettiklerini keşfettik. Öte yandan, daha uzak mesafelerden gelenler suyu özenle kullanmaya devam ediyordu. Üniversitemiz su israfının tespit edilip düzeltilebilmesi için bir uygulama geliştirdi. 

Bazı köylerde ana gelir kaynağı sığır yetiştiriciliği ve süt hayvancılığıdır. Ürettikleri süte genellikle yarı fiyatına alıcı bulurlardı. Yoksul çiftçiler, iki yakalarını bir araya getirmeye bile zor yetecek bu cüzi geliri elde etmek için hiç durmadan çalışıyorlar. Duruma müdahale ettik ve üyelere sütleri için garantili bir pazar sağlamak üzere süt ürünleri kooperatifi kurduk. Bunu takiben köylüler daha iyi kazanmaya başladılar. Bazı köy okullarında bugün bile birçok sınıf düzeyinin,  örneğin 4, 5, 6 ve 7. sınıfların tek bir sınıfta bir arada eğitim gördüğünü tespit ettik. Sınıfta öğrenciler dört farklı yöne bakacak şekilde oturtulmuştu, ama yalnızca bir öğretmen vardı. Aynı öğretmen önce bir sınıf seviyesinde bir dersi öğretiyor, sonra başka bir sınıf seviyesinde başka bir dersi öğretmek için devam ediyor,  sonra bir sonraki sınıf seviyesiniöğretmek için tekrar ilerleyip, bir kez daha son sınıf seviyesine geçiyordu. Üstüne üstlük, öğretmen de iyi eğitimli değildi. Bu çocuklar ortaokuldan liseye geçtiklerinde, İngilizce konuşmak gibi, eğitimsel zorluklarla başa çıkamıyorlardı.Böyle durumdaki çocuklar depresyona girerek okulu bırakmaya başlamıştı.Durumu gidermek için üniversite öğretim üyelerimiz online birebir özel dersler vermeye başladı. Böylece, çocukların derslerinde iyileşme gözlemlemeye başladık.

Karşılaştığımız kısıtlamalardan biri, devlet tarafından telefon sağlanmasına rağmen, bu bölgelerde sabit bir internet bağlantısının olmamasının online öğrenmeyi imkânsız kılmasıydı. Amma, diğer kurumların da benzer stratejiler uygulamasını tavsiye ediyor. COVID pandemisi sırasında hükûmet, tüm okulların tüm öğrencilere çevrimiçi eğitim vermesini sağladı. Ancak köylerdeki pek çok çocuk internete erişimi olmadığı için bu hizmetten yararlanamadı. Böyle yerlerde, köyde internetin bulunduğu bir yer belirlemeli ve çocukların izleyip öğrenmeleri için bir TV ekranı sağlamalıyız. Eğitim programına 33 yıldan daha uzun bir süre önce,  henüz bir yetimhane açmadan evvel, Kerala’nın Palakkad bölgesine bağlı Attapadi’de,  çoğunlukla kabile halkından oluşan ve orman yerleşimlerinde yaşayan bir bölgede başladık. Orman bölgesinde küçük kulübeler inşa ederek dersler verdik.

Kabile yerleşimlerindeki çocukları getirdik ve onlara daha yüksek bir eğitim verdik. Şu anda dört yüz çocuk kapasiteli bir yetimhane yönetiyoruz,  ancak o zamanlar adivasi topluluklarından gelen bu çocuklar yüksek öğrenimleri için köy yönetiminden gerekli desteği alamıyorlardı. Bu çocuklar onlara karşı bir dava açtı ve davayı kazandılar. Ancak, yetkililer karara karşı temyize gittiler. Amma onların yüksek öğrenimlerini bizim üstleneceğimize karar vererek onları okulumuza getirdi. Onlara ek ve özel dersler sunduk ve çoğu mezun oldu. Hatta bazıları mühendis olarak çalışıyor. Köylerin çoğunda okullar açılmış durumda.Ancak çocuklar, bilhassa dağlık bölgelerde, okul servisinin geldiği yere ulaşmak için genellikle birkaç kilometre yürümek zorunda kalmaktadır. Bir ailede okula giden üç öğrenci varsa, servis ücreti için ayda ortalama üç bin rupi ödemeleri gerekir. Bu masraf nedeniyle, çocuklar altıncı veya onuncu sınıfa geldiklerinde, ikisi okulu bırakarak, üçüncü çocuğun eğitimine devam etmesine izin verilir. Aşram bu öğrenciler için, eğitim ücretleri, ulaşım ücretleri ve eğitim malzemeleri için gerekli finansmanı içeren eğitim sponsorluğunu üstlenmiştir. 

Devlet elektriği sağlıyor, ancak bazı yerlerde voltaj düşük olduğu için öğrenciler sağlanan kaynakları etkili bir şekilde kullanamıyor.Biz de, kesintisiz elektrik enerjisi sağlamak üzere güneş panelleri kurarak, online eğitimlerini sürdürmelerini sağladık. Bu tür senaryolarda küçük kasabaların her birine trafo kurmak maliyetlidir.  Onun yerine güneş panelleri kurmak daha uygun maliyetli olabilir. 

Hükûmet tarafından yapılan sağlıkla ilgili düzenlemelerden biri de hamile kadınlara vitamin ve diğer takviyelerin sağlanmasıdır. Ancak bu anne karnındaki bebeğin sağlığını korumak için yeterli değil. Örneğin, çoktan çiçek açmaya başlamış bir mango ağacına gübre eklemek daha iyi meyve vermez. Meyve kuruyup düşebilir, bodur kalabilir veya solucanlar tarafından istila edilebilir. Kadınlara, çocukluktan itibaren bağışıklık kazandıran, besin değeri yüksek gıdalar verilmelidir.Altmış beş yıl önce annem haftada bir öğünlerimiz için köydeki ayurvedik yapraklarıyla yemekler hazırlardı. Bu, bağışıklık seviyesinin yükselmesini sağladı. Aynı şekilde, bu köylü kadınlara ayurvedik ağaçlar dikmek konusunda farkındalık kazandırılması ve bu ağaçların yapraklarıyla farklı yemekler pişirmeyi öğrenmelerinin sağlanması gerekli. Böylece bağışıklık sistemleri güçlenecek ve bu değişim hamilelik sırasında kadın sağlığını koruyup, anne ve bebek ölümlerini önleyecektir. 

Doktorların ve öğretmenlerin uzak bölgelerde çalışmalarını sağlamak zor. Yirmi beş yıl önce, Kalpetta’da (Wayanad, Kerala) bir kabile hastanesi kurduk. Bir şekilde, cennetten gelen iki melek gibi, orada çalışacak iki doktor bulabildik. Hizmet etme ruhuna derin bir sevgiyle Mananthavady’ye geldiler. Fakat hiçbir hasta hastaneye gelmek istemiyordu. Bu doktorlar, yanlarına aldıkları bir paket yiyecek ve başka şeylerle kapı kapı gezerek hastaları görmek ve tedavi etmek amacıyla hizmetlerini sunuyor ve bunun için insanların yanlarına, kabile mezralarına gitmek zorunda kalıyorlardı. Bu şekilde, topluluklarla iyi ilişkiler kurdular ve şu anda tesislerini günlük ortalama üç yüz hasta ziyaret ediyor. Ama bugün bile bu doktorlar kabile halkını kendi sağlıkları için hastaneyi ziyaret etmek hususunda ikna etmek zorunda kalıyorlar. 

Köy halkıyla toplantılar düzenlediğimizde hem kadınlar hem erkekler katıldılar, ama pançayat başkanı bir kadın olmasına rağmen sadece erkekler konuşuyordu. Kadınlar sessiz kalıyordu. Biz de kadınlarla ayrı toplantılar düzenledik. Sürpriz bir şekilde, kadınlar kendilerini canlı bir biçimde ifade etmeye başladılar. 

Yeni bir köye gittiğimizde değerlendirmemiz gereken ilk şey takip ettikleri kültürel kuralları ve uygulamaları anlamak oluyor artık. Yoksulluğu gidermek ve sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etmek için 108’den fazla köyü evlat edindik. Şu anda 500’den fazla köyde çalışıyoruz. Sosyal sistemleri ve bakış açıları anlamak ve sosyal olarak fayda yaratan çözümleri aktarmak için her köyden en az iki kişiyi işe aldık.

Bir diğer acil dikkat gerektiren konu da COVID pandemisi sonrasında çocukların zihinsel sağlığı. Çocukların % 40’ı tamamen farklı bir görünüme  sahip görünüyor. Yaşadıkları şey, aşırı akıllı telefon kullanımının sonucu olan bir depresyon ve anksiyetenin başlangıcı. Derslerine ilgilerini kaybettiler. Ayrıca çok sayıda öğrenci uyuşturucu bağımlısı oldu.

On beş yıl önce Amma, bazı ülkelerdeki adanmışlarını şehir merkezlerindeki okullarda çocuklara destek hizmeti vermeye teşvik etmişti. Aslında bu öneri, o çocuklar arasındaki farkı görmüş olmanın verdiği bir deneyimden geliyor. 

Henüz başlangıçta yakalayıp zamanında danışmanlık hizmeti sunarsak, derinleşip psikolojik bir soruna  dönüşmesi engellenebilir. Aksi takdirde ömür boyu psikolojik olarak etkileneceklerdir. Yapılabilecekler şunlardır:

Hizmet vermeye gönül vermiş psikologlar ve psikiyatristler okullar ve kolejlerle iletişim kurabilir ve bu öğrencilere haftada iki ya da üç saat ücretsiz danışmanlık hizmeti verebilirler.

Doktorların bulunmadığı bu tür yerlerde, araçlarla mobil klinik hizmetleri getirebileceğimizi ve uzak bölgelerde sık sık  sağlık kampları düzenleyebileceğimizi düşünüyorum.

Telekomünikasyon teknolojisini kullanılarak hastaların uzaktan teşhis ve tedavisi için teletıp hizmetleri sağlanabilir. Uzaktan hasta takibi aynı zamanda gönül rahatlığı da sağlar.

Eskiden, iyileşmeyi hızlandırmak için yaraların üzerine tezek sürülürdü, ancak bugün bunu yaparsak yara enfekte olur. Eskiden sığırlar susam, öğütülmüş fındık, hindistan cevizi kekleri ve pestisit içermeyen samanla beslenirdi. Dolayısıyla, inekten gelen her şey, süt, idrar ve gübre hepsi şifalıydı. Gübre ve kimyasalların mahsullere püskürtülmesinde belirli ölçüler vardır. İnsanlar kâr hırsıyla %5 püskürtmek yerine %25 püskürtüyor. Artık tüm sığır yemlerine zehirli ilaçlar püskürtüldüğünden, eskiden şifalı olan her şey artık zehir saçıyor. Tablo, dünyanın ne kadar kirlendiğini gösteriyor. Şeker hastasının ilaçlarını alması yeterli olmaz,  aynı zamanda düzenli bir diyet de uygulamak zorundadır. Aynı şekilde, çiftçilerin aldıkları yardımları doğru bir şekilde kullanmanın farkında olmaları da önemlidir. 

Sayın Başbakan Narendra Modi çok sayıda önemli program başlatmıştır. Günümüzdeki en acil ihtiyacı, bütüncül bir vizyona sahip iyi liderlerdir. Savaşın dilini konuşanlara değil, barış mesajı yayanlara ihtiyacımız var. Bugün dünyanın ayrışmaya ve bölünmeye değil, birleşmeye ve bir araya gelmeye gereksinimi var. Zihin bir makas, kalp ise bir iğne gibidir. Giyilebilir bir kıyafet yapmak için makasla kesip bölmeli ve iğneyle birleştirip dikmeliyiz. Zihin de kalp de yerinde kullanılmalıdır. Kalp bir paraşüt gibidir. Açılmadığı takdirde kendimizi tehlikeye atmış oluruz. İnsanları bir araya getirebilecek ve tüm farklılıkları ortadan kaldırabilecek genişleyen bir kalp hepimize nasip olsun. 

Hindistan, yani Bharat, maneviyatın ülkesidir. Kadim rişilerimizin (erenlerimizin) ruhani tevekkül ve fedakârlıklarının titreşimleri  günümüze değin atmosfere nüfuz etmektedir.

Rişiler yaratılıştaki canlı ya da cansız her bir nesnenin içinde bulunan “atma’nın, bilincin aynı olduğunu ve o Mutlak Hakikat’in kendisi olduğumuzu” idrak ettiler. Bu gerçeğin farkına vardıklarında şöyle dua ettiler:

oṃ sarve bhavantu sukhinaḥ
sarve santu nirāmayāḥ
sarve bhadrāṇi paśyantu
mā kaścidduḥ khabhāgbhavet

Tüm varlıklar mutlu olsun ve acı çekmesin.

Herkes her şeyin içindeki iyiliği görsün.

Bilime, teknolojiye ve internete ulaşmak için acele ederken, tamamen koptuğumuz pek çok alan var. Gerçek benliğimizden, atma’mızdan kopmuş durumdayız. Sevgi ve yaşamın iki değil, tek olduğunun bilincine varmadan onlardan koptuk. Ve bu bizi Tanrı’dan kopardı. En önemlisi, manevi değerlerden kopmuş durumdayız. Geçimini sağlamak için eğitim ve yaşamak için eğitim vardır. Geçimini sağlamak için eğitim, akademik ve  maddi anlamda başarı için gereklidir. Yaşamak için eğitim, zihnin dinginleşmesini ve rahatlamasını sağlayan ilkeleri öğretir. İnsanlık kuş gibi uçmayı, balık gibi yüzmeyi öğrendi öğrenmesine ama insan gibi yürümeyi ve yaşamayı unuttu. 

Sanatana Dharma’da (Ebedi Hakikat’te) Yaratan ve yaratılan iki değildir, tektir. Tıpkı altının, altın takıların özünde olduğu ve takıların da altının özünde olduğu gibi. Başkalarında Tanrı’yı görün ve onları o şekilde sevin ve hizmet edin. Dikkatli araç kullansak bile, başkasının dikkatsizce araç kullanması ve bize çarpması olası. İşte bu yüzden Tanrı’nın lütfu her durum için gereklidir. Bu lütfa ulaşmak için olumlu eylemlerde bulunmamız gerekir. Evrenimizin altında yatan bir ritim vardır;  evren ve yaşayan her şeyin birbiriyle kopmaz bir bağı vardır. Kozmos, birbirine bağlı geniş bir ağ gibidir. Dört köşesini tutan dört kişi tarafından gerilmiş bir ağ düşünün. Eğer bir köşesinden hafifçe sallanırsa, titreşim ağın her yerinde hissedilir. Benzer şekilde, farkında olalım ya da olmayalım, ister bir birey ister bir topluluk tarafından yapılmış olsun, tüm eylemlerimiz yaratılış boyunca yankılanır. Bu yüzden ‘onlar değiştikten sonra ben de değişirim’ diye düşünmeyelim; aksine onlar değişmeseler bile biz değişirsek başkalarında da bu değişimi sağlayabiliriz. 

Eski zamanlardan bu yana, ‘Dünya tek bir ailedir’ Hint topraklarının mantrası olmuştur. Bu bugün de böyledir ve gelecekte de böyle olmaya devam edecektir. G20 ülkelerinin dönem başkanlığı, bu gerçeği dünyaya örneklemek için eşsiz bir fırsattır. Sayın Başbakan Şri Narendra Modi ve onun liderliğindeki hükümet tarafından üstlenilen bu girişim dünyanın bakış açısında değişime ilham olsun. Gelin burada yeni bir değişim ışığı yakalım. Bu alevden sayısız ışık doğsun ve dünyanın dört bir yanına yayılsın. Bu büyük yajna’nın (kutsal sunu) naraları dünya çapında yankılansın. 

İnsan kalbinin kapalı kapılarını açsın!

Her yere ışık getirsin!

İlahi Lütuf çocuklarımı kutsasın!

Eylemlerimizin hedeflediğimiz sonucu vermesini istiyorsak, üç faktöre ihtiyacımız vardır:

1) Eylemleri doğru zamanda yapmak,
2) Öz çaba ve 
3) Tanrı’nın lütfu.

Diyelim ki, adamın biri müzayedeye katılmak için uzun bir yolculuk yapmak zorunda. Bu yüzden sabah erkenden kalkarak, arabaya biniyor ve havaalanına doğru yola çıkıyor. Belki yolda aracı arızalanıyor ya da küçük bir kaza geçiriyor ve bu da onun uçuşa zamanında yetişmesine olanak bırakmıyor. Ya da havaalanına zamanında ulaşıp, check-in yapmak üzereyken uçağın motorunda mekanik bir arıza olduğunu ya da  hava koşulları yüzünden uçuşun iptal edildiğini öğreniyor. Bu durumda yeterince çaba göstermiş  olmasına rağmen, adamın lehine, lütuf denilen faktör olmadığı için hedefine ulaşamamıştır. Tüm eylemlerimizi gerçekleştirmek için Tanrı’nın lütfuna ihtiyacımız var ve iyi eylemler Tanrı’nın Lütfunu çeker.

Oṁ Namaḥ Śivaya