Rajasthan, Jaipur’da gerçekleşen Sivil 20 Zirvesi sona erdi. Bu zirve, yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde gönüllü kuruluşların kaygılarını temsil eden bir G20 Katılım Grubudur. Müzakerelere, 74 ülkeden 200.000’den fazla kişi katıldı. Başkan olarak Amma, acil küresel ihtiyaçları karşılamak için şefkatle parlayan bir ışık gibi hepimize ilham veriyor.
Bugünkü zirve, G20 ülkelerinin mevcut başkanlığı rolündeki Hindistan’ın liderliğinde, C20 çalışma gruplarının son yedi ay boyunca gösterdiği özverili çabaların doruk noktasını işaret ediyor. Hindistan hükümeti ve Sayın Başbakan Şri Narendra Modi’nin bize verdiği güven ve sorumluluğu yerine getirmek için samimi çabalar gösterdiğimize inanıyoruz.
Sivil 20 forumu, G20 ülkelerinin temsilcileriyle açık bir iletişim kurmamızı sağladı. Sivil 20 forumunun faaliyetleri resmî olarak 16 katılım grubu aracılığıyla gerçekleştirildi. Son yedi ayda, doğanın ve insanlığın karşı karşıya olduğu zorluklar üzerine Hindistan’ın hemen hemen tüm eyaletlerinde ve diğer G20 ülkelerinde yüzlerce zirve, konferans ve bir günlük seminer düzenlendi. Düşüncelerimizi ve fikirlerimizi paylaşabildik ve bazı pratik çözümler önerdik.
Müzakerelerden çıkan en önemli içgörülerden biri, insanlığın uzun vadeli varlığını ve güvenliğini sağlamak için belirli kapsayıcı değer ve ilkeleri benimsemek ve bir bütün olarak birlikte çalışmak gerektiğidir. Bu tür bir farkındalığın ortaya çıkması, geleceğe yönelik umut verici, olumlu bir işaret olarak değerlendirilebilir.Her zaman cesaretimizi kıracak ve ilerlememizi engelleyecek bazı insanlar olacaktır. Bu durumda, kendi svadharma‘mızı (kişisel görevimizi) gerçekleştirmek konusundaki güvenimizi ve inancımızı sarsmalarına asla izin vermemeliyiz. Ancak kendimize olan güvenimiz, topluma fayda sağlayabilmek için çabalarımızı ileriye taşımamıza yardımcı olacaktır. Şu anda toplantılar yapıyoruz, ancak aynı zamanda kalplerimizin de bir araya gelmesini sağlamalıyız.
Size, aşramımızın sosyal kalkınma programlarıyla ilgili bazı deneyimlerimi paylaşmak istiyorum. Çocukken, Amma muson mevsiminde köydeki evlere giderdi. Evlerin çoğu, genellikle 250 ila 500 metrekare arasında küçüklükteydi ve sazdan çatılara sahipti.
Kimileri yılda bir kez çatılarını onarırdı, ancak diğerleri yeterince para bulamazdı. O günlerde bir çatıyı yeniden sazla kaplamak için sadece 10 rupi gerekliydi. Birçok evde, muson yağmurları başladığında, Amma sular altında kalan kulübelerin içinde bir şemsiye altında sığışmaya çalışan aileleri görürdü.
O dönemde Amma, dünyadaki her ailenin basit iki odalı bir evde yaşayabilmesi ve en az bir öğün yemek yiyebilmesi dileğinde bulunurdu. Bu nedenle, aşramımız kurulduğunda, kendi sınırlı maddi kaynaklarımıza rağmen, evsiz insanlar için evler inşa etmeye karar verdik.
Ayrıca, bu yoksul aileler için emekli maaşı programı başlattık. Ardından tsunami geldi ve onu takip eden dönemde geniş çaplı ev inşaatları gerçekleştirdik. Kısa sürede, aşramın 25 kilometre çapını kapsayan bölgede saz çatılı tek bir kulübe kalmamıştı. Bu da, bir şeyi gerçekten istediğimizde ve gerçekleşmesi için çalıştığımızda, onun kesinlikle olacağını kanıtlar.
Amma, emekli maaşı alan ailelerden birinin hikâyesini de paylaşmak istiyor. Tabii ki bu hikâye benzer birçok hikâyeden sadece bir tanesi. Bir kadın Amma’ya gelip, “Kocam beni başka bir kadın için terk etti. Üç kızım var. Onları annemin evinde bırakıyorum ve bazı evlerde hizmetçi olarak çalışıyorum. Ancak kocam olmadığı için, çalıştığım insanlar beni hor görüyor ve istismar ediyorlar.” diye anlatmıştı.
“Fuhuşa zorlandım. Kazandığım parayla çocuklarımın ihtiyaçlarını karşıladım. Kızlarım artık ergen. Bu mesleğe devam edemiyorum, annem de vefat etti. Kızlarımı nereye bırakacağım? Gördüğüm tek çıkış yolu intihar. Ölmek fikrinde karar kıldım, ama seni bir kez görmek istedim, Amma.”
Amma, duyduğu bu acı dolu hikâyeye hemen müdahale etti ve üç kızın Amma’nın yetimhanesine götürülmesini sağladı.Ayrıca, aşramımız, talihsiz ve dul kadınlara yönelik emekli maaşı programını başlattı ve bu uygulama, hükümet tarafından da benimsendi. Artık savunmasız ve yoksul kadınları desteklemek için Amma, emeklilik programını daha da güçlendirme kararı aldı. Eski günlerde, boşanmış kadınlar nafaka veya herhangi bir destek alamazlardı. Kadınları AmritaSREE – Kendi Kendine Yardım Projesi (Kendine Güven Eğitim ve İstihdam Projesi) sayesinde güçlendirmeye ve yükseltmeye böyle başladık.
Başlangıç sermayesi olarak her kadına 1.500 rupi (₹) olmak üzere toplamda gruba 30.000 rupi (₹) veriliyor. Ayrıca üyelerin küçük işletmeler kurmak için kredi almalarına yardımcı oluyoruz. AmritaSREE üyelerine bir dizi beceri de öğretiliyor. Kadınlar işlerinde başarılı olup kazandıkça, başkalarının da hayatlarını iyileştirebilmeleri için genelde kendileri de kaynak ayırıyorlar. Evler inşa etmek, düğünler düzenlemek veya sağlık hizmetlerine erişim sağlamak gibi sosyal projelere destek oluyorlar.
Bu güzel başarıları gördüğümde gözyaşlarına boğuluyorum. Bu dezavantajlı kadınlar, bazen varlıklı kişilerin dahi ulaşamadığı bir muvaffakiyet ve büyüme elde etmeyi başarıyorlar. Günümüzde AmritaSREE’de 250.000’den fazla kadın yer alıyor ve aşramımız, bu özgüven eğitimi ve istihdam projesi için yılda 4.25 milyon Dolar (35,7 milyon Türk Lirası) başlangıç finansmanı sağlıyor.Teşkilatımız, bazı köylerde kız çocuklarına erkeklerle eşit eğitim verilmediğini tespit etti. Neden mi? Aileler, kızlarının nihayetinde evlenecekleri yere ait olduklarını düşünerek eğitim masraflarından kaçınıyorlardı. Ev işlerini bitirip ardından odun toplamak gibi görevler evdeki kızların sorumluluğu olarak görülüyordu. Köylere gittiğimizde onlarla etkileşim kurmaya çalışıyor ve “Size biraz beceri öğretelim mi?” diye teklif ediyorduk. Ancak birçoğu herhangi bir şey yapmaktan korktuklarını ifade ediyorlardı. İlk başta yanımıza gelip konuşmaktan bile çekiniyorlardı. Sunduğumuz birçok şeyi geri çeviriyorlardı. En sonunda, kendi eteklerini ve diğer kıyafetleri dikmeyi öğrenmek isteyip istemediklerini sorduk ve kabul ettiler.
Böylece onlara daha iyi ve modern giysiler dikmeyi adım adım öğretmeye başladık. Onları yerel satıcılarla tanıştırdık ve şimdi birçoğunun kendi işletmeleri var. Hatta birçoğu ürünlerini uluslararası pazarda satıyor. Bu kadınların büyük potansiyeli var, ancak içlerindeki yetenekleri ortaya çıkarmak için desteklenmeye ihtiyaçları var.
Başka bir bölgede ise kadınların işgücünün yüzde 60’ını oluşturduğunu öğrendik. Sebebi ise onların bu bölgedeki erkeklerden daha eğitimli olmalarıydı. Ancak kendileriyle aynı eğitim seviyesinde erkek bulamadıkları için birçoğu bekar kalmıştı. Ya da daha ileri yaşlarda okullarını bitirip evlenenler vardı, onlardan birçoğunun ise çocuğu yoktu. “Topluluğumuzun geleceği ne olacak? 50 yıl içinde yavaşça yok olacağız.” diye endişe ediyorlardı.
Böyle çevrelerde, iki çocuk daha yapmak isteyen annelere gebe kaldıkları andan itibaren devlet sağlık masraflarını ve çocukların eğitimini karşılayarak destek olmalıdır. Bu desteği her aileye iki çocuğa kadar yayarak, bu tür toplulukları kurtarabiliriz.
Bu tür toplulukları kendi kendilerine yetebilir hale getirmek için, onların seviyesine inmeli, özen ve sürekli ilgi göstermeli ve büyüme sağlanana kadar onlarla birlikte kalmalıyız – tıpkı prematüre bir yeni doğanı uygun büyüme sağlanana kadar kuvöze koyup koruduğumuz gibi. Onlara sadece fon sağlamak ya da bazı beceriler öğretip ayrılmak yeterli değildir.
Aynı şekilde hükümet, trans bireylerin refahını sağlamak için ameliyatlar dahil birçok program oluşturdu. Bu takdire şayan olsa da toplumun genel olarak bunları kabul etmeye veya tanımaya hâlâ hazır olmadığı bir gerçek. Ancak hükümet onlara hep birlikte çalışacakları bir proje verip gerekli desteği sağlarsa, o zaman onları yükseltebiliriz.
Bugün dünyada bir milyardan fazla insan engelli olarak yaşamaktadır. Bu kişilere, sübvanse edilmiş fiyatlarla tekerlekli sandalye gibi düşük maliyetli yardımcı cihazlar sağlanabilirse, hareket edebilir ve kendi hayatlarını kazanabilirler. Bu tekerlekli sandalyeler günde en az 2 km yol alabilmelidir. Hükümet zaten bu tür programları hayata geçirmiştir, ancak daha fazla dikkat çekmesi için bu konuyu bir kez daha gündeme getirmek istiyorum.
İklim değişikliği de üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Atalarımız doğayla iç içe yaşamışlar ve doğaya minnettarlık ve saygıyla yaklaşmışlardır. Çünkü Sanātana Dharma‘nın öğretilerine göre yaratılış ve Yaratıcı bir bütündür, ayrı değildir.
Güneş yolunu aydınlatmak için muma ihtiyaç duymaz. Altın, altın takıların içindedir ve altın takılar da altının içindedir. Bir uçağın motorunun tamamı arızalanmış da olsa, ufak ama önemli bir vidası da eksik olsa, uçağın uçması mümkün olmaz. Evrenin temel ilkelerden biri īśāvāsyam idaṁ sarvam‘dır – tüm kainat Tanrı tarafından kuşatılmıştır. Her şeyi Tanrı olarak görerek, her şeye sevgiyle yaklaşın ve hizmet edin.
Bilim ve teknoloji önemli ölçüde ilerledi, ancak insanlığın etik davranışları gerilemiştir. İnsanlar kuşlar gibi uçmayı ve balıklar gibi yüzmeyi öğrendi, ama insan gibi yürümeyi ve yaşamayı unuttu. İşte bu noktada maneviyatın önemi artmaktadır.
Eğitim iki türde olmalıdır: “Yaşamak için eğitim” ve “yaşam için eğitim”. “Yaşam için eğitim”- ya da maneviyat – zihni rahatlatırken, “yaşamak için eğitim” dünyevi rahatlık getirir. Pek çok kişi klimalı evlerde intihar ederken, diğerleri zihinsel huzurdan yoksun oldukları için uyku hapları olmadan uyuyamıyor. Zihnimiz “klimalı” hale geldiğinde, yaşam koşullarıyla nasıl yüzleşeceğimizi öğreniriz. Eğitimin amacı birlik ve kapsayıcılık duygusunu geliştirmek olmalıdır- işte maneviyat bu noktada devreye girer.
Şefkat gönül dilidir. Hem akla hem de kalbe layıkıyla yer verilmelidir. Peki, ne yapmalıyız?
Bir çocuğun ilk öğretmenleri anne ve babasıdır. Onlar kendilerinin ortaya koydukları örnekle çocuğun karakterini oluştururlar. Dolayısıyla hepimiz yüksek ahlaki ilkeleri benimsemeye çaba göstermeliyiz. Farkında olsak da olmasak da birileri bizi örnek alarak tekrar ediyor olabilir. Aileler, çocuklarına maneviyatı öğretmelidir. Maneviyatın perspektifi eğitim kurumlarına da dahil edilmelidir. Çocuklar şefkat geliştirmeye teşvik edilmelidir. Okullar, çocukları şefkatli davranışlar için ödüllendirmelidir.
Bu şekilde, zamanla bu değerler onların yaşam tarzı ve karakteri haline gelir. Giderek ihtiyaçlar ile istekler arasındaki farkı ayırt etmeyi öğrenirler. Örneğin, 100 liralık bir saat, zamanı 10.000 liralık bir saat kadar iyi gösterir ve aslında asıl ihtiyacımız olan sadece zamanı bilmektir. İhtiyaçları istekten ve açgözlülükten ayırdığımızda, bu perspektif ile toplumu yükseltebiliriz.
Örnek olarak, her yıl düzenlediğimiz staj programı ile üniversite öğrencilerimizi Hindistan’ın ücra, kırsal köylerine götürdük. Program, yaklaşık 2.000 ile 3.000 öğrenciyi köy yaşamıyla tanıştırdı. Sonrasında pek çok öğrencinin ihtiyaç sahiplerine yardım sunmaya istekli olduğunu fark ettik. Bu başarıyı genç yetişkinlerle elde ettik. Dolayısıyla, bu kavramları onlara gelişim çağlarında tanıtmış olsaydık nasıl bir etki yaratırdık, bir düşünün.
Siber uzay önemli ölçüde büyüme ve ilerlemeye tanık oldu. Ancak aynı zamanda pek çok tehlikenin de önünü açtı. Yapay zekâ, hâlihazırda bireyleri taklit etmek, aldatıcı e-postalar göndermek, sahte ilişkiler uydurmak, banka hesaplarını hack’lemek ve çeşitli güvenlik ihlalleri gerçekleştirmek için kötüye kullanılıyor. Her ilerlemenin iki yönü vardır, dolayısıyla hükümetler bu konuya gerekli önemi vermelidir. Cinsel saldırı ve diğer suçlar son yıllarda artış göstermiştir, çünkü reşit olmayanlar bile uygunsuz içerikler izlemekte ve maddeleri kötüye kullanmaktadır.
Ebeveynlerin, velilerin, eğitimcilerin ve okul yöneticilerinin çocuklara güvenli İnternet ve Dijital platform erişimi sağlayabilmeleri için Amrita Üniversitesi’ndeki araştırmacılarımız Safe-Net adlı bir platform geliştirmiştir ve aşram bu hizmetleri topluma ücretsiz olarak sunmaya hazırdır.Vasudhaiva kuṭuṁbakam – “Dünya büyük bir ailedir.”– ilkesi okul müfredatına dahil edilmelidir. İnsanlığın gelecekteki yolu, düşünceleri ve eylemleri bu ortak birlik duygusunun belli bir derecesini yansıtmalıdır. Aksi takdirde, açgözlülüğümüz öyle bir zirveye ulaşacaktır ki kendi varlığımızı tehdit edecek. Son yıllarda gitmekte olduğumuz yönün bu olduğuna dair doğa bize ciddi işaretler gönderdi. Doğadan ve Tanrı’dan gelen bu uyarılara kulak vermezsek, insanlar yakın zamanda bu gezegenin soyu tükenmiş canlılar listesine eklenmiş olacak.
Bize bu eşsiz fırsatı verdikleri için Sayın Başbakan Şri Narendra Modi’ye ve onun liderliğindeki hükümete en içten şükranlarımı sunuyorum. G20/C20 Sekretaryası ve yetkililerinin yanı sıra bu çabanın başarıya ulaşması için bizimle iş birliği yapan tüm sivil toplum kuruluşlarına da en içten takdirlerimi arz ediyorum.
C20 etkinliklerinin sorunsuz bir şekilde yürütülmesinde önemli rol oynayan çok sayıda hükümet ve sivil toplum kuruluşuna ve politika önerilerimize çok değerli katkılarda bulunan ulusal ve uluslararası uzmanlara en derin minnet ve şükranlarımı sunuyorum.Dünyayı, her bir ulusun ana yapraklarından biri şeklinde temsil edildiği güzel bir çiçek olarak görebilmemiz dileğiyle. Bu güzel ve paha biçilmez Dünya, Tanrı’nın insanlara ve diğer canlılara bahşettiği nadir bir nimettir. Onun güzelliği ve neşesi hiç eksilmesin ve o sonsuza kadar yaşasın, herkese her zaman mutluluk ve güzel kokular yaysın. İlahi lütuf vasudhaiva kuṭuṁbakam – “Dünya büyük bir ailedir.” hayalini gerçekleştirmek için herkesi kutsasın.
Tüm âlemlerdeki tüm varlıklar mutlu olsun.