Author: turkey

  • C20 Hindistan Zirvesi: Amma’nın Kapanış Konuşması

    Rajasthan, Jaipur’da gerçekleşen Sivil 20 Zirvesi sona erdi. Bu zirve, yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde gönüllü kuruluşların kaygılarını temsil eden bir G20 Katılım Grubudur. Müzakerelere, 74 ülkeden 200.000’den fazla kişi katıldı. Başkan olarak Amma, acil küresel ihtiyaçları karşılamak için şefkatle parlayan bir ışık gibi hepimize ilham veriyor.

    Bugünkü zirve, G20 ülkelerinin mevcut başkanlığı rolündeki Hindistan’ın liderliğinde, C20 çalışma gruplarının son yedi ay boyunca gösterdiği özverili çabaların doruk noktasını işaret ediyor. Hindistan hükümeti ve Sayın Başbakan Şri Narendra Modi’nin bize verdiği güven ve sorumluluğu yerine getirmek için samimi çabalar gösterdiğimize inanıyoruz.

    Sivil 20 forumu, G20 ülkelerinin temsilcileriyle açık bir iletişim kurmamızı sağladı. Sivil 20 forumunun faaliyetleri resmî olarak 16 katılım grubu aracılığıyla gerçekleştirildi. Son yedi ayda, doğanın ve insanlığın karşı karşıya olduğu zorluklar üzerine Hindistan’ın hemen hemen tüm eyaletlerinde ve diğer G20 ülkelerinde yüzlerce zirve, konferans ve bir günlük seminer düzenlendi. Düşüncelerimizi ve fikirlerimizi paylaşabildik ve bazı pratik çözümler önerdik.

    Müzakerelerden çıkan en önemli içgörülerden biri, insanlığın uzun vadeli varlığını ve güvenliğini sağlamak için belirli kapsayıcı değer ve ilkeleri benimsemek ve bir bütün olarak birlikte çalışmak gerektiğidir. Bu tür bir farkındalığın ortaya çıkması, geleceğe yönelik umut verici, olumlu bir işaret olarak değerlendirilebilir.Her zaman cesaretimizi kıracak ve ilerlememizi engelleyecek bazı insanlar olacaktır. Bu durumda, kendi svadharma‘mızı (kişisel görevimizi) gerçekleştirmek konusundaki güvenimizi ve inancımızı sarsmalarına asla izin vermemeliyiz. Ancak kendimize olan güvenimiz, topluma fayda sağlayabilmek için çabalarımızı ileriye taşımamıza yardımcı olacaktır. Şu anda toplantılar yapıyoruz, ancak aynı zamanda kalplerimizin de bir araya gelmesini sağlamalıyız.

    Size, aşramımızın sosyal kalkınma programlarıyla ilgili bazı deneyimlerimi paylaşmak istiyorum. Çocukken, Amma muson mevsiminde köydeki evlere giderdi. Evlerin çoğu, genellikle 250 ila 500 metrekare arasında küçüklükteydi ve sazdan çatılara sahipti.
    Kimileri yılda bir kez çatılarını onarırdı, ancak diğerleri yeterince para bulamazdı. O günlerde bir çatıyı yeniden sazla kaplamak için sadece 10 rupi gerekliydi. Birçok evde, muson yağmurları başladığında, Amma sular altında kalan kulübelerin içinde bir şemsiye altında sığışmaya çalışan aileleri görürdü.
    O dönemde Amma, dünyadaki her ailenin basit iki odalı bir evde yaşayabilmesi ve en az bir öğün yemek yiyebilmesi dileğinde bulunurdu. Bu nedenle, aşramımız kurulduğunda, kendi sınırlı maddi kaynaklarımıza rağmen, evsiz insanlar için evler inşa etmeye karar verdik.

    Ayrıca, bu yoksul aileler için emekli maaşı programı başlattık. Ardından tsunami geldi ve onu takip eden dönemde geniş çaplı ev inşaatları gerçekleştirdik. Kısa sürede, aşramın 25 kilometre çapını kapsayan bölgede saz çatılı tek bir kulübe kalmamıştı. Bu da, bir şeyi gerçekten istediğimizde ve gerçekleşmesi için çalıştığımızda, onun kesinlikle olacağını kanıtlar.

    Amma, emekli maaşı alan ailelerden birinin hikâyesini de paylaşmak istiyor. Tabii ki bu hikâye benzer birçok hikâyeden sadece bir tanesi. Bir kadın Amma’ya gelip, “Kocam beni başka bir kadın için terk etti. Üç kızım var. Onları annemin evinde bırakıyorum ve bazı evlerde hizmetçi olarak çalışıyorum. Ancak kocam olmadığı için, çalıştığım insanlar beni hor görüyor ve istismar ediyorlar.” diye anlatmıştı.

    “Fuhuşa zorlandım. Kazandığım parayla çocuklarımın ihtiyaçlarını karşıladım. Kızlarım artık ergen. Bu mesleğe devam edemiyorum, annem de vefat etti. Kızlarımı nereye bırakacağım? Gördüğüm tek çıkış yolu intihar. Ölmek fikrinde karar kıldım, ama seni bir kez görmek istedim, Amma.”
    Amma, duyduğu bu acı dolu hikâyeye hemen müdahale etti ve üç kızın Amma’nın yetimhanesine götürülmesini sağladı.Ayrıca, aşramımız, talihsiz ve dul kadınlara yönelik emekli maaşı programını başlattı ve bu uygulama, hükümet tarafından da benimsendi. Artık savunmasız ve yoksul kadınları desteklemek için Amma, emeklilik programını daha da güçlendirme kararı aldı. Eski günlerde, boşanmış kadınlar nafaka veya herhangi bir destek alamazlardı. Kadınları AmritaSREE – Kendi Kendine Yardım Projesi (Kendine Güven Eğitim ve İstihdam Projesi) sayesinde güçlendirmeye ve yükseltmeye böyle başladık.
    Başlangıç sermayesi olarak her kadına 1.500 rupi (₹) olmak üzere toplamda gruba 30.000 rupi (₹) veriliyor. Ayrıca üyelerin küçük işletmeler kurmak için kredi almalarına yardımcı oluyoruz. AmritaSREE üyelerine bir dizi beceri de öğretiliyor. Kadınlar işlerinde başarılı olup kazandıkça, başkalarının da hayatlarını iyileştirebilmeleri için genelde kendileri de kaynak ayırıyorlar. Evler inşa etmek, düğünler düzenlemek veya sağlık hizmetlerine erişim sağlamak gibi sosyal projelere destek oluyorlar.

    Bu güzel başarıları gördüğümde gözyaşlarına boğuluyorum. Bu dezavantajlı kadınlar, bazen varlıklı kişilerin dahi ulaşamadığı bir muvaffakiyet ve büyüme elde etmeyi başarıyorlar. Günümüzde AmritaSREE’de 250.000’den fazla kadın yer alıyor ve aşramımız, bu özgüven eğitimi ve istihdam projesi için yılda 4.25 milyon Dolar (35,7 milyon Türk Lirası) başlangıç finansmanı sağlıyor.Teşkilatımız, bazı köylerde kız çocuklarına erkeklerle eşit eğitim verilmediğini tespit etti. Neden mi? Aileler, kızlarının nihayetinde evlenecekleri yere ait olduklarını düşünerek eğitim masraflarından kaçınıyorlardı. Ev işlerini bitirip ardından odun toplamak gibi görevler evdeki kızların sorumluluğu olarak görülüyordu. Köylere gittiğimizde onlarla etkileşim kurmaya çalışıyor ve “Size biraz beceri öğretelim mi?” diye teklif ediyorduk. Ancak birçoğu herhangi bir şey yapmaktan korktuklarını ifade ediyorlardı. İlk başta yanımıza gelip konuşmaktan bile çekiniyorlardı. Sunduğumuz birçok şeyi geri çeviriyorlardı. En sonunda, kendi eteklerini ve diğer kıyafetleri dikmeyi öğrenmek isteyip istemediklerini sorduk ve kabul ettiler.
    Böylece onlara daha iyi ve modern giysiler dikmeyi adım adım öğretmeye başladık. Onları yerel satıcılarla tanıştırdık ve şimdi birçoğunun kendi işletmeleri var. Hatta birçoğu ürünlerini uluslararası pazarda satıyor. Bu kadınların büyük potansiyeli var, ancak içlerindeki yetenekleri ortaya çıkarmak için desteklenmeye ihtiyaçları var.

    Başka bir bölgede ise kadınların işgücünün yüzde 60’ını oluşturduğunu öğrendik. Sebebi ise onların bu bölgedeki erkeklerden daha eğitimli olmalarıydı. Ancak kendileriyle aynı eğitim seviyesinde erkek bulamadıkları için birçoğu bekar kalmıştı. Ya da daha ileri yaşlarda okullarını bitirip evlenenler vardı, onlardan birçoğunun ise çocuğu yoktu. “Topluluğumuzun geleceği ne olacak? 50 yıl içinde yavaşça yok olacağız.” diye endişe ediyorlardı.

    Böyle çevrelerde, iki çocuk daha yapmak isteyen annelere gebe kaldıkları andan itibaren devlet sağlık masraflarını ve çocukların eğitimini karşılayarak destek olmalıdır. Bu desteği her aileye iki çocuğa kadar yayarak, bu tür toplulukları kurtarabiliriz.
    Bu tür toplulukları kendi kendilerine yetebilir hale getirmek için, onların seviyesine inmeli, özen ve sürekli ilgi göstermeli ve büyüme sağlanana kadar onlarla birlikte kalmalıyız – tıpkı prematüre bir yeni doğanı uygun büyüme sağlanana kadar kuvöze koyup koruduğumuz gibi. Onlara sadece fon sağlamak ya da bazı beceriler öğretip ayrılmak yeterli değildir.

    Aynı şekilde hükümet, trans bireylerin refahını sağlamak için ameliyatlar dahil birçok program oluşturdu. Bu takdire şayan olsa da toplumun genel olarak bunları kabul etmeye veya tanımaya hâlâ hazır olmadığı bir gerçek. Ancak hükümet onlara hep birlikte çalışacakları bir proje verip gerekli desteği sağlarsa, o zaman onları yükseltebiliriz.

    Bugün dünyada bir milyardan fazla insan engelli olarak yaşamaktadır. Bu kişilere, sübvanse edilmiş fiyatlarla tekerlekli sandalye gibi düşük maliyetli yardımcı cihazlar sağlanabilirse, hareket edebilir ve kendi hayatlarını kazanabilirler. Bu tekerlekli sandalyeler günde en az 2 km yol alabilmelidir. Hükümet zaten bu tür programları hayata geçirmiştir, ancak daha fazla dikkat çekmesi için bu konuyu bir kez daha gündeme getirmek istiyorum.

    İklim değişikliği de üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Atalarımız doğayla iç içe yaşamışlar ve doğaya minnettarlık ve saygıyla yaklaşmışlardır. Çünkü Sanātana Dharma‘nın öğretilerine göre yaratılış ve Yaratıcı bir bütündür, ayrı değildir.

    Güneş yolunu aydınlatmak için muma ihtiyaç duymaz. Altın, altın takıların içindedir ve altın takılar da altının içindedir. Bir uçağın motorunun tamamı arızalanmış da olsa, ufak ama önemli bir vidası da eksik olsa, uçağın uçması mümkün olmaz. Evrenin temel ilkelerden biri īśāvāsyam idaṁ sarvam‘dır – tüm kainat Tanrı tarafından kuşatılmıştır. Her şeyi Tanrı olarak görerek, her şeye sevgiyle yaklaşın ve hizmet edin.

    Bilim ve teknoloji önemli ölçüde ilerledi, ancak insanlığın etik davranışları gerilemiştir. İnsanlar kuşlar gibi uçmayı ve balıklar gibi yüzmeyi öğrendi, ama insan gibi yürümeyi ve yaşamayı unuttu. İşte bu noktada maneviyatın önemi artmaktadır.

    Eğitim iki türde olmalıdır: “Yaşamak için eğitim” ve “yaşam için eğitim”. “Yaşam için eğitim”- ya da maneviyat – zihni rahatlatırken, “yaşamak için eğitim” dünyevi rahatlık getirir. Pek çok kişi klimalı evlerde intihar ederken, diğerleri zihinsel huzurdan yoksun oldukları için uyku hapları olmadan uyuyamıyor. Zihnimiz “klimalı” hale geldiğinde, yaşam koşullarıyla nasıl yüzleşeceğimizi öğreniriz. Eğitimin amacı birlik ve kapsayıcılık duygusunu geliştirmek olmalıdır- işte maneviyat bu noktada devreye girer.

    Şefkat gönül dilidir. Hem akla hem de kalbe layıkıyla yer verilmelidir. Peki, ne yapmalıyız?
    Bir çocuğun ilk öğretmenleri anne ve babasıdır. Onlar kendilerinin ortaya koydukları örnekle çocuğun karakterini oluştururlar. Dolayısıyla hepimiz yüksek ahlaki ilkeleri benimsemeye çaba göstermeliyiz. Farkında olsak da olmasak da birileri bizi örnek alarak tekrar ediyor olabilir. Aileler, çocuklarına maneviyatı öğretmelidir. Maneviyatın perspektifi eğitim kurumlarına da dahil edilmelidir. Çocuklar şefkat geliştirmeye teşvik edilmelidir. Okullar, çocukları şefkatli davranışlar için ödüllendirmelidir.
    Bu şekilde, zamanla bu değerler onların yaşam tarzı ve karakteri haline gelir. Giderek ihtiyaçlar ile istekler arasındaki farkı ayırt etmeyi öğrenirler. Örneğin, 100 liralık bir saat, zamanı 10.000 liralık bir saat kadar iyi gösterir ve aslında asıl ihtiyacımız olan sadece zamanı bilmektir. İhtiyaçları istekten ve açgözlülükten ayırdığımızda, bu perspektif ile toplumu yükseltebiliriz.

    Örnek olarak, her yıl düzenlediğimiz staj programı ile üniversite öğrencilerimizi Hindistan’ın ücra, kırsal köylerine götürdük. Program, yaklaşık 2.000 ile 3.000 öğrenciyi köy yaşamıyla tanıştırdı. Sonrasında pek çok öğrencinin ihtiyaç sahiplerine yardım sunmaya istekli olduğunu fark ettik. Bu başarıyı genç yetişkinlerle elde ettik. Dolayısıyla, bu kavramları onlara gelişim çağlarında tanıtmış olsaydık nasıl bir etki yaratırdık, bir düşünün.

    Siber uzay önemli ölçüde büyüme ve ilerlemeye tanık oldu. Ancak aynı zamanda pek çok tehlikenin de önünü açtı. Yapay zekâ, hâlihazırda bireyleri taklit etmek, aldatıcı e-postalar göndermek, sahte ilişkiler uydurmak, banka hesaplarını hack’lemek ve çeşitli güvenlik ihlalleri gerçekleştirmek için kötüye kullanılıyor. Her ilerlemenin iki yönü vardır, dolayısıyla hükümetler bu konuya gerekli önemi vermelidir. Cinsel saldırı ve diğer suçlar son yıllarda artış göstermiştir, çünkü reşit olmayanlar bile uygunsuz içerikler izlemekte ve maddeleri kötüye kullanmaktadır.
    Ebeveynlerin, velilerin, eğitimcilerin ve okul yöneticilerinin çocuklara güvenli İnternet ve Dijital platform erişimi sağlayabilmeleri için Amrita Üniversitesi’ndeki araştırmacılarımız Safe-Net adlı bir platform geliştirmiştir ve aşram bu hizmetleri topluma ücretsiz olarak sunmaya hazırdır.Vasudhaiva kuṭuṁbakam“Dünya büyük bir ailedir.”– ilkesi okul müfredatına dahil edilmelidir. İnsanlığın gelecekteki yolu, düşünceleri ve eylemleri bu ortak birlik duygusunun belli bir derecesini yansıtmalıdır. Aksi takdirde, açgözlülüğümüz öyle bir zirveye ulaşacaktır ki kendi varlığımızı tehdit edecek. Son yıllarda gitmekte olduğumuz yönün bu olduğuna dair doğa bize ciddi işaretler gönderdi. Doğadan ve Tanrı’dan gelen bu uyarılara kulak vermezsek, insanlar yakın zamanda bu gezegenin soyu tükenmiş canlılar listesine eklenmiş olacak.

    Bize bu eşsiz fırsatı verdikleri için Sayın Başbakan Şri Narendra Modi’ye ve onun liderliğindeki hükümete en içten şükranlarımı sunuyorum. G20/C20 Sekretaryası ve yetkililerinin yanı sıra bu çabanın başarıya ulaşması için bizimle iş birliği yapan tüm sivil toplum kuruluşlarına da en içten takdirlerimi arz ediyorum.

    C20 etkinliklerinin sorunsuz bir şekilde yürütülmesinde önemli rol oynayan çok sayıda hükümet ve sivil toplum kuruluşuna ve politika önerilerimize çok değerli katkılarda bulunan ulusal ve uluslararası uzmanlara en derin minnet ve şükranlarımı sunuyorum.Dünyayı, her bir ulusun ana yapraklarından biri şeklinde temsil edildiği güzel bir çiçek olarak görebilmemiz dileğiyle. Bu güzel ve paha biçilmez Dünya, Tanrı’nın insanlara ve diğer canlılara bahşettiği nadir bir nimettir. Onun güzelliği ve neşesi hiç eksilmesin ve o sonsuza kadar yaşasın, herkese her zaman mutluluk ve güzel kokular yaysın. İlahi lütuf vasudhaiva kuṭuṁbakam – “Dünya büyük bir ailedir.” hayalini gerçekleştirmek için herkesi kutsasın.

    Tüm âlemlerdeki tüm varlıklar mutlu olsun.

  • Amma’nın Sivil20 Nagpur Açılış Konuşması

    Amma, Saf Sevginin ve Mutlak Benliğin bedenlenmiş hali olan hepinizin önünde eğiliyor.

    Amma, C20 konferansları arasında saygın bir yere sahip olan bu zirveye katılmaktan ve bu girişim için değerli katkılarını sunan yönlendirme komitesinin, STK ve Hükümet Dışı Kuruluşların seçkin üyeleri ile şahsen tanışmaktan büyük memnuniyet duyuyor.

    Günümüzde insanlık pek çok olağanüstü zorlukla karşı karşıyadır. Algılayamayacağımız ya da Anlayamayacağımız daha süptil seviyelerde sayısız zorluklar var. Bu noktada insanlık iki vasfa ihtiyaç duyar: Sorunu tespit etmek için bilgelik ve onu düzeltmek için zihinsel tutum ve zekâ. Ne yazık ki, bizler sınavdan bir gece önce ders çalışan öğrenciler gibiyiz. Ancak bir felaketin eşiğindeyken doğru düşünüyoruz. Ancak o zaman bir şey yapmamız gerektiğini fark ediyoruz.

    COVID salgını üç yıl süren bir sınama dönemiydi. Krizin içinde ilerlerken insanlar, gelecekte daha iyi şeyler yapmaya karar verdiler. Fakat böyle kararlar uzun soluklu olmuyor. İnsanlar kaçınılmaz olarak eski alışkanlıklarına bir kez daha dönerler. Gelecek, bölünmüş halde duran ‘tekil’ varlıklara değil, başkalarıyla kaynaşan ve işbirliği yapanlara aittir. Tek başlarına yükselmeye çalışan ülkeler ve toplumlar kesinlikle başarısız olacaktır. Bu, doğanın insanlığa bir uyarısıdır. Bu nedenle, mantramız “Bir” değil, “Birleş” olmalıdır.

    İnsanlığın hayatını dilediği gibi yaşamak için belli bir dereceye kadar özgürlüğü vardır. Ancak, televizyon kanallarını değiştirir gibi istediğimiz gibi doğa yasalarını değiştiremeyiz. Her şeyi kapsayıcı olmak Tanrı’nın ve doğanın yoludur. Dışlamak, sadece insanın yoludur. Bu dünyada yaşayan herkes evrensel kapsayıcılık yasasına uymak zorundadır.

    Dışlama yasalarını zorla dayatmaya çalışırsak, bunun tek sonucu uyumsuzluk ve tehlike olur.

    Bugün yaşadıklarımız, pek çok insanın evrenin dokusuna müdahale etmesinin bir sonucudur.

    Çevreyi değiştirmeye ve korumaya çalışmanın yanı sıra, zihniyetimizi de değiştirmeye hazır olmalıyız. Geçmişte ebeveynler çocuklarına iyi davranmalarını, gerçeği konuşmalarını, herkese sevgi dolu olmalarını, başkalarına yardım etmelerini ve iyi çalışmalarını öğütlerdi. Ama bugün, bazı ebeveynlerin çocuklarına akıllı, kıvrak, kazanan olmayı ve kendilerinden aşağı insanlarla iletişime geçmemelerini öğrettiklerini duyuyoruz. Oysa geçmişte anne-babalar çocuklarını nasıl yetiştiriyordu? Öz annem altmış beş yıl önce kendisi örnek olarak öğretti bana. Benim doğduğum köyde yaklaşık bin tane ev vardı. O ailelerin içinden sadece yüz kadarının sabit gelirli işleri vardı. Yaklaşık dokuz yüz aile geçimini balıkçılıktan, o gün para kazanırlarsa karınlarını doyurup aksi takdirde aç kalarak, günlük kazanırdı. Banka hesapları yoktu. O günlerde insanlar kalabalık aileler halinde yaşıyordu. Bizim evde yemek hazır olduğunda annem önce komşuyu düşünür ve şöyle derdi, “O komşu henüz balıktan dönmedi. Çocukları aç olmalı.” İki ya da üç çocuk için yiyecek hazırlar ve bunu onlara götürmemi istedi. Aynı zamanda kendi çocukları için endişelendirdi. “Az bekleyin” derdi bize. “Birazdan size yemek vereceğim.” Bir süre sonra yememize izin verirdi, ama önce çıkıp gelebilecek beklenmedik misafirler için kenara biraz yemek ayırırdı. Beklenmedik misafir gelirse, annem önce onlara yedirirdi, sonra bize hindistan cevizi rendesi ile karıştırılmış pirinç suyu verirdi. Misafir yiyip gittikten sonra bile annem, misafir memnun ayrıldı mı, karnı doydu mu, diye dertlenirdi. Annem bize bu şekilde örnek oldu.

    Günümüz dünyasında, nazik ve yardımsever olmak zayıflık işareti, aldatma ve sahtekarlık ise güçlü yanlar olarak görülebilir. Örneğin, Dhritaraştra ve Gandhari (Mahabharata destanındaki kraliyet çifti) kötü oğulları Duryodhana’yı toplumumuzun ilerlediği yanlış yön ile aynı olan bu mantıksız zihniyetle yetiştirdiler. Çocuklara hem okulda hem de evde değerler öğretilmeli. Küçük yaşta öğrendikleri şeyler, içlerinde sağlam köklere sahip olur. Taze dökülmüş çimentonun üzerinde yüründüğünde, izler sonsuza dek kalır. Aynı şekilde, değerler küçük yaşta aşılandığında, hayat boyu sizinle kalır ve hem kendinize hem de başkalarına fayda sağlar.

    Ben dördüncü sınıftayken, sınıfta yaklaşık altmış çocuk vardı. Yüzde 25’i öğle yemeği için eve giderdi. Yaklaşık %15 ila %25’i de evden okula öğle yemeği getirirdi. Kalanı öğle arasında bir miktar su içerdi ve aç bir şekilde bir ağacın altında sessizce otururlardı. Kahvaltıyı da es geçerlerdi. İki kapı ötede oturan bir arkadaşım vardı. Yanında kocaman bir öğle yemeği getirirdi ama sadece küçük bir kısmını yer,gerisini atardı. Ona dedim ki: “İhtiyacın olandan daha fazla yemek getiriyorsun. Neden ikimiz de öğle yemeğimizin birazını aç bir sınıf arkadaşımızla paylaşmıyoruz?” Arkadaşım kabul etti. Birkaç gün sonra, başka çocuklar da yiyecek paylaşımında bize katıldı. Bu, büyük bir fark yarattı. İki haftanın sonunda, tüm çocuklar birbiriyle yemeklerini paylaşmaya başlamıştı. Sonunda, o sınıfta öğle yemeği yemeyen kimse kalmadı. Eğer bilinçli olursak, bunun gibi,mutlaka dönüşüm yaratabiliriz.

    İnsanlar dünyada iki çeşit yoksulluk çeker. Birincisi gıda, giyim ve barınak yoksulluğudur. İkincisi ise sevgi ve şefkat yoksulluğudur. Sevgi ve şefkate sahipsek, ilk gruptaki insanların acılarını da giderebiliriz. İnternetin yanlış kullanımı ve öğrenciler arasında giderek artan uyuşturucu kullanımının yanı sıra bilim ve teknolojideki büyük sıçrama, bugün karşılaştığımız çıkmaza katkıda bulunuyor. Mesela teknolojiyi ele alalım.

    İnsan hayatında gerçekten devrim etkisi yaptı, ancak olumsuz yönleri insanlığın geleceği için panik ve kaygı uyandırıyor. Günümüzde vicdan ve ahlâki değerlerden yoksun yeni bir neslin yetiştiğini görüyoruz, peki neticesi ne oluyor? Şiddet kendini değişik isim ve şekillerde gösteriyor. Sürekli korkuyla yaşıyoruz. Bir caddede yürümek, mağazadan alışveriş yapmak olsun, ofiste çalışmak,evimizde çocuğumuza bakmak veya banyo yapmak olsun. Umumi tuvaleti kullanmaktan veya bir melodiyi mırıldanmaktan bile korkar olduk. Yine de “modern ve sofistike” olduğumuz için kendimizle gurur duyuyoruz.

    Geçmişte, düşmanla dostumuzu kolayca ayırt edebiliyorduk. Ama bugün durum tam tersi!

    Kimse ne zaman arkadaşının ona karşı geleceğini veya nerede, ne zaman ve hangi şekilde bir düşmanın ona saldıracağını bilmiyor. Buna istinaden bir hikâye anımsıyorum. Bir zamanlar küçük bir kasabada azılı bir kabadayı yaşarmış. Gün batımından hemen önce, ana meydanda bir yerde konuşlanırmış. Kadınlara tacizde bulunup, erkekleri dövermiş ve eşyalarını gasp edermiş. Onun kabadayılığından korkunca hava karardıktan sonra insanlar o bölgeden uzak durmaya başlamışlar. Onun yerine yan yolları ve başka caddeleri kullanmaya başlamışlar. Bir gün aniden, kabadayının hastalanıp öldüğü haberi yayılmış. Birkaç gün sonra o bölgeye bir gazeteci gelmiş. “Genellikle hava karardıktan sonra kadınlar sokağa pek çıkmaz. Ama burada gün batımından sonra sokakta tek bir adam bile göremiyorum! Ne oldu? ”
    Yöre halkı durumu şöyle açıklamış:

    “Eskiden burada bir külhanbeyi vardı.”

    “Hayattayken, her akşam nerede olacağını, kavşağın hangi köşesinde duracağını bilirdik. O bölgeden uzak durmamız yeterliydi. Böylece tehlikeden uzak olurduk.”

    “Ama şimdi, onun hayaleti bize eziyet ediyor. Hayaletin belirli bir şekli olmadığında, ne zaman, nasıl, nerede ve ne şekilde bize saldıracağını kimse kestiremiyor. Üstelik artık süptil bir formda olduğu için eskisinden daha güçlü!” Benzer şekilde, yeni keşiflerimiz ve gelişmişliğimiz de genelde olumsuz bir yanı da beraberinde getiriyor. Önceden aşikâr olan sorunlar artık görünenden görünmeyene doğru form değiştirdi. Dolayısıyla, daha güçlü hâle geldi. Teknoloji çok önemli. Kolaylıkları artırdı ve hayatı konforlu kıldı.Ancak aynı zamanda teknolojinin kötüye kullanımı da arttı… Yani onun da tehlikeleri var… Bu nedenle, herhangi bir yeni buluş veya keşfin olumsuz etkilerine ilişkin kapsamlı bir araştırma, toplumun geneline yayılmadan önce elzemdir. “Yeni”nin “eski”yi ezmesine asla izin verilmemeli. ‘Önlemek, tedavi etmekten daha iyidir’ sözü bu anlamda yerinde bir ifade. Yeni keşifler aynı zamanda benzersiz, yeni tehlikeler anlamına da gelebilir:  Bu tür keşifler toplum için kalıcı bir sıkıntı yaratmadan önce, ortaya çıkabilecek potansiyel negatif etkilerine ve tehditlerine çözüm bulmamız gerekiyor. Dünya bize – hem acı hem de tatlı – sayısız deneyim sunar. Her ikisini de iç gözlem yapmak için fırsat olarak değerlendiririz.

    Dünya nüfusu, farklı şekil ve renklerdeki çiçeklerden oluşan güzel bir bahçe gibidir. Çiçeklerin çeşitliliği ve farklılığı dünyanın güzelliğine ve kokusuna katkı sağlar. İnsan kültürünün yeşerebilmesi için çeşitliliklerin böyle sağlıklı bir şekilde harmanlanması şarttır. Tek bir ulus, ırk ya da din izole bir şekilde varlığını sürdüremez. Bu dünya hepimize ait. Elbette, Başbakan Narendra Modi’nin mahir liderliğindeki hükümetimiz büyük bir dönüşüm yaratan çok sayıda ilerleme kaydetmiştir. 

    Konuya ilişkin farkındalık yaratmak için bazı örnekler vermek istiyorum. Yaklaşık on yıl önce aşram, Hindistan’daki pek çok köyü evlat edindi. Bazıları tamamen buğday çiftçiliği ile uğraşıyordu. Beslenmeleri sadece yetiştirdikleri buğdayı içerdiğinden, bağışıklıklarının yetersiz olduğu ve bunun da çeşitli hastalıklara yol açtığı tespit edildi. Buğdaylarının bir kısmını sebzelerle takas edebilirlerdi, fakat bunu yapmamışlardı. Diğer bir grup köyde ise, çevre ve iklim değişikliğinin farkında değillerdi. Ataları tarafından kendilerine aktarılan aynı eski modelde ekime devam ediyorlardı. Yağmur düzenindeki değişiklik nedeniyle mahsulleri başarısız oldu ve aç kalmak zorunda kaldılar. Çoğu dışarıda çalışmak için köyü terk etmek istemiyordu. Dolayısıyla, hayatlarını kazanmak için ayrılmak yerine, evlerinde aç kalıyorlardı. Diğer köylerde, öngörülemeyen yağmur döngüleri ve azalan gelir nedeniyle esrar yetiştiriciliğine geçtiler. Başlangıçta bunu ifşa etmek istemediler, ancak daha sonra çok daha fazla para (üç ayda beş yüz bin rupi) kazanabildikleri ve rahat bir yaşam sürebildikleri içinekim yapmaya başladıklarını açıkladılar. Yani, düzenli yaşam tarzları sekteye uğradığında, nasıl yanlış seçimler yaptıklarını ve sonucunda pek çok hayatı nasıl mahvettiklerini görüyoruz. Hükümet, özellikle yağmur suyu hasadı projeleri için programlar uygulamaya koydu. Ne yazık ki köylüler bu programlara nasıl başvuracaklarını ya da bu programlardan nasıl faydalanacaklarını bilmediklerinden, öğrenme fırsatını kaçırdılar. Evlat edindiğimiz köylerden birinde yağmur suyu hasat sistemini devreye soktuk  ve bunun sonucunda mahsul üretimi ve gelirleri arttı. Bazı köylerde içme suyunun bulunmadığını tespit ettik. Kirli su içtiklerinden, kolera gibi hastalıklara yakalanıyorlardı. Buna çözüm olarak üniversitemiz bir araştırma yaparak ‘Jivamritam’ (Yaşam Nektarı) adlı bir filtre geliştirdi. İlk olarak deneme amaçlı olarak Amritapuri aşramının yakınına monte edildi. Kullanım ile bulaşıcı hastalıkların azaldığını tespit ettik. Ardından Amma bu filtrelerin evlat edindiğimiz köylere yerleştirilmesini sağladı ve böylece o bölgelerdeki sudan kaynaklı hastalıklar da önemli ölçüde azaldı. Başka köylerde kadınların evlerinde kullanmak üzere su getirmek için her sabah uzun mesafeler yürümek zorunda kaldıklarını gördük. Zamanlarının tamamını su getirmek ve ev işlerini bitirmekle geçirdikleri için gelir elde edemiyor ve ailelerine bu açıdan destek olamıyorlardı. Buralarda sondaj kuyuları açarak evlerine su götürdük. Ancak daha sonra, suyun sürekli aktığı kuyularının yakınında yaşayanların suyu gelişigüzel israf ettiklerini keşfettik. Öte yandan, daha uzak mesafelerden gelenler suyu özenle kullanmaya devam ediyordu. Üniversitemiz su israfının tespit edilip düzeltilebilmesi için bir uygulama geliştirdi. 

    Bazı köylerde ana gelir kaynağı sığır yetiştiriciliği ve süt hayvancılığıdır. Ürettikleri süte genellikle yarı fiyatına alıcı bulurlardı. Yoksul çiftçiler, iki yakalarını bir araya getirmeye bile zor yetecek bu cüzi geliri elde etmek için hiç durmadan çalışıyorlar. Duruma müdahale ettik ve üyelere sütleri için garantili bir pazar sağlamak üzere süt ürünleri kooperatifi kurduk. Bunu takiben köylüler daha iyi kazanmaya başladılar. Bazı köy okullarında bugün bile birçok sınıf düzeyinin,  örneğin 4, 5, 6 ve 7. sınıfların tek bir sınıfta bir arada eğitim gördüğünü tespit ettik. Sınıfta öğrenciler dört farklı yöne bakacak şekilde oturtulmuştu, ama yalnızca bir öğretmen vardı. Aynı öğretmen önce bir sınıf seviyesinde bir dersi öğretiyor, sonra başka bir sınıf seviyesinde başka bir dersi öğretmek için devam ediyor,  sonra bir sonraki sınıf seviyesiniöğretmek için tekrar ilerleyip, bir kez daha son sınıf seviyesine geçiyordu. Üstüne üstlük, öğretmen de iyi eğitimli değildi. Bu çocuklar ortaokuldan liseye geçtiklerinde, İngilizce konuşmak gibi, eğitimsel zorluklarla başa çıkamıyorlardı.Böyle durumdaki çocuklar depresyona girerek okulu bırakmaya başlamıştı.Durumu gidermek için üniversite öğretim üyelerimiz online birebir özel dersler vermeye başladı. Böylece, çocukların derslerinde iyileşme gözlemlemeye başladık.

    Karşılaştığımız kısıtlamalardan biri, devlet tarafından telefon sağlanmasına rağmen, bu bölgelerde sabit bir internet bağlantısının olmamasının online öğrenmeyi imkânsız kılmasıydı. Amma, diğer kurumların da benzer stratejiler uygulamasını tavsiye ediyor. COVID pandemisi sırasında hükûmet, tüm okulların tüm öğrencilere çevrimiçi eğitim vermesini sağladı. Ancak köylerdeki pek çok çocuk internete erişimi olmadığı için bu hizmetten yararlanamadı. Böyle yerlerde, köyde internetin bulunduğu bir yer belirlemeli ve çocukların izleyip öğrenmeleri için bir TV ekranı sağlamalıyız. Eğitim programına 33 yıldan daha uzun bir süre önce,  henüz bir yetimhane açmadan evvel, Kerala’nın Palakkad bölgesine bağlı Attapadi’de,  çoğunlukla kabile halkından oluşan ve orman yerleşimlerinde yaşayan bir bölgede başladık. Orman bölgesinde küçük kulübeler inşa ederek dersler verdik.

    Kabile yerleşimlerindeki çocukları getirdik ve onlara daha yüksek bir eğitim verdik. Şu anda dört yüz çocuk kapasiteli bir yetimhane yönetiyoruz,  ancak o zamanlar adivasi topluluklarından gelen bu çocuklar yüksek öğrenimleri için köy yönetiminden gerekli desteği alamıyorlardı. Bu çocuklar onlara karşı bir dava açtı ve davayı kazandılar. Ancak, yetkililer karara karşı temyize gittiler. Amma onların yüksek öğrenimlerini bizim üstleneceğimize karar vererek onları okulumuza getirdi. Onlara ek ve özel dersler sunduk ve çoğu mezun oldu. Hatta bazıları mühendis olarak çalışıyor. Köylerin çoğunda okullar açılmış durumda.Ancak çocuklar, bilhassa dağlık bölgelerde, okul servisinin geldiği yere ulaşmak için genellikle birkaç kilometre yürümek zorunda kalmaktadır. Bir ailede okula giden üç öğrenci varsa, servis ücreti için ayda ortalama üç bin rupi ödemeleri gerekir. Bu masraf nedeniyle, çocuklar altıncı veya onuncu sınıfa geldiklerinde, ikisi okulu bırakarak, üçüncü çocuğun eğitimine devam etmesine izin verilir. Aşram bu öğrenciler için, eğitim ücretleri, ulaşım ücretleri ve eğitim malzemeleri için gerekli finansmanı içeren eğitim sponsorluğunu üstlenmiştir. 

    Devlet elektriği sağlıyor, ancak bazı yerlerde voltaj düşük olduğu için öğrenciler sağlanan kaynakları etkili bir şekilde kullanamıyor.Biz de, kesintisiz elektrik enerjisi sağlamak üzere güneş panelleri kurarak, online eğitimlerini sürdürmelerini sağladık. Bu tür senaryolarda küçük kasabaların her birine trafo kurmak maliyetlidir.  Onun yerine güneş panelleri kurmak daha uygun maliyetli olabilir. 

    Hükûmet tarafından yapılan sağlıkla ilgili düzenlemelerden biri de hamile kadınlara vitamin ve diğer takviyelerin sağlanmasıdır. Ancak bu anne karnındaki bebeğin sağlığını korumak için yeterli değil. Örneğin, çoktan çiçek açmaya başlamış bir mango ağacına gübre eklemek daha iyi meyve vermez. Meyve kuruyup düşebilir, bodur kalabilir veya solucanlar tarafından istila edilebilir. Kadınlara, çocukluktan itibaren bağışıklık kazandıran, besin değeri yüksek gıdalar verilmelidir.Altmış beş yıl önce annem haftada bir öğünlerimiz için köydeki ayurvedik yapraklarıyla yemekler hazırlardı. Bu, bağışıklık seviyesinin yükselmesini sağladı. Aynı şekilde, bu köylü kadınlara ayurvedik ağaçlar dikmek konusunda farkındalık kazandırılması ve bu ağaçların yapraklarıyla farklı yemekler pişirmeyi öğrenmelerinin sağlanması gerekli. Böylece bağışıklık sistemleri güçlenecek ve bu değişim hamilelik sırasında kadın sağlığını koruyup, anne ve bebek ölümlerini önleyecektir. 

    Doktorların ve öğretmenlerin uzak bölgelerde çalışmalarını sağlamak zor. Yirmi beş yıl önce, Kalpetta’da (Wayanad, Kerala) bir kabile hastanesi kurduk. Bir şekilde, cennetten gelen iki melek gibi, orada çalışacak iki doktor bulabildik. Hizmet etme ruhuna derin bir sevgiyle Mananthavady’ye geldiler. Fakat hiçbir hasta hastaneye gelmek istemiyordu. Bu doktorlar, yanlarına aldıkları bir paket yiyecek ve başka şeylerle kapı kapı gezerek hastaları görmek ve tedavi etmek amacıyla hizmetlerini sunuyor ve bunun için insanların yanlarına, kabile mezralarına gitmek zorunda kalıyorlardı. Bu şekilde, topluluklarla iyi ilişkiler kurdular ve şu anda tesislerini günlük ortalama üç yüz hasta ziyaret ediyor. Ama bugün bile bu doktorlar kabile halkını kendi sağlıkları için hastaneyi ziyaret etmek hususunda ikna etmek zorunda kalıyorlar. 

    Köy halkıyla toplantılar düzenlediğimizde hem kadınlar hem erkekler katıldılar, ama pançayat başkanı bir kadın olmasına rağmen sadece erkekler konuşuyordu. Kadınlar sessiz kalıyordu. Biz de kadınlarla ayrı toplantılar düzenledik. Sürpriz bir şekilde, kadınlar kendilerini canlı bir biçimde ifade etmeye başladılar. 

    Yeni bir köye gittiğimizde değerlendirmemiz gereken ilk şey takip ettikleri kültürel kuralları ve uygulamaları anlamak oluyor artık. Yoksulluğu gidermek ve sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etmek için 108’den fazla köyü evlat edindik. Şu anda 500’den fazla köyde çalışıyoruz. Sosyal sistemleri ve bakış açıları anlamak ve sosyal olarak fayda yaratan çözümleri aktarmak için her köyden en az iki kişiyi işe aldık.

    Bir diğer acil dikkat gerektiren konu da COVID pandemisi sonrasında çocukların zihinsel sağlığı. Çocukların % 40’ı tamamen farklı bir görünüme  sahip görünüyor. Yaşadıkları şey, aşırı akıllı telefon kullanımının sonucu olan bir depresyon ve anksiyetenin başlangıcı. Derslerine ilgilerini kaybettiler. Ayrıca çok sayıda öğrenci uyuşturucu bağımlısı oldu.

    On beş yıl önce Amma, bazı ülkelerdeki adanmışlarını şehir merkezlerindeki okullarda çocuklara destek hizmeti vermeye teşvik etmişti. Aslında bu öneri, o çocuklar arasındaki farkı görmüş olmanın verdiği bir deneyimden geliyor. 

    Henüz başlangıçta yakalayıp zamanında danışmanlık hizmeti sunarsak, derinleşip psikolojik bir soruna  dönüşmesi engellenebilir. Aksi takdirde ömür boyu psikolojik olarak etkileneceklerdir. Yapılabilecekler şunlardır:

    Hizmet vermeye gönül vermiş psikologlar ve psikiyatristler okullar ve kolejlerle iletişim kurabilir ve bu öğrencilere haftada iki ya da üç saat ücretsiz danışmanlık hizmeti verebilirler.

    Doktorların bulunmadığı bu tür yerlerde, araçlarla mobil klinik hizmetleri getirebileceğimizi ve uzak bölgelerde sık sık  sağlık kampları düzenleyebileceğimizi düşünüyorum.

    Telekomünikasyon teknolojisini kullanılarak hastaların uzaktan teşhis ve tedavisi için teletıp hizmetleri sağlanabilir. Uzaktan hasta takibi aynı zamanda gönül rahatlığı da sağlar.

    Eskiden, iyileşmeyi hızlandırmak için yaraların üzerine tezek sürülürdü, ancak bugün bunu yaparsak yara enfekte olur. Eskiden sığırlar susam, öğütülmüş fındık, hindistan cevizi kekleri ve pestisit içermeyen samanla beslenirdi. Dolayısıyla, inekten gelen her şey, süt, idrar ve gübre hepsi şifalıydı. Gübre ve kimyasalların mahsullere püskürtülmesinde belirli ölçüler vardır. İnsanlar kâr hırsıyla %5 püskürtmek yerine %25 püskürtüyor. Artık tüm sığır yemlerine zehirli ilaçlar püskürtüldüğünden, eskiden şifalı olan her şey artık zehir saçıyor. Tablo, dünyanın ne kadar kirlendiğini gösteriyor. Şeker hastasının ilaçlarını alması yeterli olmaz,  aynı zamanda düzenli bir diyet de uygulamak zorundadır. Aynı şekilde, çiftçilerin aldıkları yardımları doğru bir şekilde kullanmanın farkında olmaları da önemlidir. 

    Sayın Başbakan Narendra Modi çok sayıda önemli program başlatmıştır. Günümüzdeki en acil ihtiyacı, bütüncül bir vizyona sahip iyi liderlerdir. Savaşın dilini konuşanlara değil, barış mesajı yayanlara ihtiyacımız var. Bugün dünyanın ayrışmaya ve bölünmeye değil, birleşmeye ve bir araya gelmeye gereksinimi var. Zihin bir makas, kalp ise bir iğne gibidir. Giyilebilir bir kıyafet yapmak için makasla kesip bölmeli ve iğneyle birleştirip dikmeliyiz. Zihin de kalp de yerinde kullanılmalıdır. Kalp bir paraşüt gibidir. Açılmadığı takdirde kendimizi tehlikeye atmış oluruz. İnsanları bir araya getirebilecek ve tüm farklılıkları ortadan kaldırabilecek genişleyen bir kalp hepimize nasip olsun. 

    Hindistan, yani Bharat, maneviyatın ülkesidir. Kadim rişilerimizin (erenlerimizin) ruhani tevekkül ve fedakârlıklarının titreşimleri  günümüze değin atmosfere nüfuz etmektedir.

    Rişiler yaratılıştaki canlı ya da cansız her bir nesnenin içinde bulunan “atma’nın, bilincin aynı olduğunu ve o Mutlak Hakikat’in kendisi olduğumuzu” idrak ettiler. Bu gerçeğin farkına vardıklarında şöyle dua ettiler:

    oṃ sarve bhavantu sukhinaḥ
    sarve santu nirāmayāḥ
    sarve bhadrāṇi paśyantu
    mā kaścidduḥ khabhāgbhavet

    Tüm varlıklar mutlu olsun ve acı çekmesin.

    Herkes her şeyin içindeki iyiliği görsün.

    Bilime, teknolojiye ve internete ulaşmak için acele ederken, tamamen koptuğumuz pek çok alan var. Gerçek benliğimizden, atma’mızdan kopmuş durumdayız. Sevgi ve yaşamın iki değil, tek olduğunun bilincine varmadan onlardan koptuk. Ve bu bizi Tanrı’dan kopardı. En önemlisi, manevi değerlerden kopmuş durumdayız. Geçimini sağlamak için eğitim ve yaşamak için eğitim vardır. Geçimini sağlamak için eğitim, akademik ve  maddi anlamda başarı için gereklidir. Yaşamak için eğitim, zihnin dinginleşmesini ve rahatlamasını sağlayan ilkeleri öğretir. İnsanlık kuş gibi uçmayı, balık gibi yüzmeyi öğrendi öğrenmesine ama insan gibi yürümeyi ve yaşamayı unuttu. 

    Sanatana Dharma’da (Ebedi Hakikat’te) Yaratan ve yaratılan iki değildir, tektir. Tıpkı altının, altın takıların özünde olduğu ve takıların da altının özünde olduğu gibi. Başkalarında Tanrı’yı görün ve onları o şekilde sevin ve hizmet edin. Dikkatli araç kullansak bile, başkasının dikkatsizce araç kullanması ve bize çarpması olası. İşte bu yüzden Tanrı’nın lütfu her durum için gereklidir. Bu lütfa ulaşmak için olumlu eylemlerde bulunmamız gerekir. Evrenimizin altında yatan bir ritim vardır;  evren ve yaşayan her şeyin birbiriyle kopmaz bir bağı vardır. Kozmos, birbirine bağlı geniş bir ağ gibidir. Dört köşesini tutan dört kişi tarafından gerilmiş bir ağ düşünün. Eğer bir köşesinden hafifçe sallanırsa, titreşim ağın her yerinde hissedilir. Benzer şekilde, farkında olalım ya da olmayalım, ister bir birey ister bir topluluk tarafından yapılmış olsun, tüm eylemlerimiz yaratılış boyunca yankılanır. Bu yüzden ‘onlar değiştikten sonra ben de değişirim’ diye düşünmeyelim; aksine onlar değişmeseler bile biz değişirsek başkalarında da bu değişimi sağlayabiliriz. 

    Eski zamanlardan bu yana, ‘Dünya tek bir ailedir’ Hint topraklarının mantrası olmuştur. Bu bugün de böyledir ve gelecekte de böyle olmaya devam edecektir. G20 ülkelerinin dönem başkanlığı, bu gerçeği dünyaya örneklemek için eşsiz bir fırsattır. Sayın Başbakan Şri Narendra Modi ve onun liderliğindeki hükümet tarafından üstlenilen bu girişim dünyanın bakış açısında değişime ilham olsun. Gelin burada yeni bir değişim ışığı yakalım. Bu alevden sayısız ışık doğsun ve dünyanın dört bir yanına yayılsın. Bu büyük yajna’nın (kutsal sunu) naraları dünya çapında yankılansın. 

    İnsan kalbinin kapalı kapılarını açsın!

    Her yere ışık getirsin!

    İlahi Lütuf çocuklarımı kutsasın!

    Eylemlerimizin hedeflediğimiz sonucu vermesini istiyorsak, üç faktöre ihtiyacımız vardır:

    1) Eylemleri doğru zamanda yapmak,
    2) Öz çaba ve 
    3) Tanrı’nın lütfu.

    Diyelim ki, adamın biri müzayedeye katılmak için uzun bir yolculuk yapmak zorunda. Bu yüzden sabah erkenden kalkarak, arabaya biniyor ve havaalanına doğru yola çıkıyor. Belki yolda aracı arızalanıyor ya da küçük bir kaza geçiriyor ve bu da onun uçuşa zamanında yetişmesine olanak bırakmıyor. Ya da havaalanına zamanında ulaşıp, check-in yapmak üzereyken uçağın motorunda mekanik bir arıza olduğunu ya da  hava koşulları yüzünden uçuşun iptal edildiğini öğreniyor. Bu durumda yeterince çaba göstermiş  olmasına rağmen, adamın lehine, lütuf denilen faktör olmadığı için hedefine ulaşamamıştır. Tüm eylemlerimizi gerçekleştirmek için Tanrı’nın lütfuna ihtiyacımız var ve iyi eylemler Tanrı’nın Lütfunu çeker.

    Oṁ Namaḥ Śivaya 

  • Amma’nın C20 Açılış Konuşması

    16 Ocak’ta Amritapuri’de Hindistan’ın G20 Dönem Başkanlığı için Sivil 20 Çalışma Grubu’nun (C20) Açılış Töreni düzenlendi. Amma, Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK’lar) kaygılarını dünyanın önde gelen ekonomilerinin Devlet Başkanlarına iletmeyi amaçlayan C20’nin Başkanlığını yürütmektedir. Bu yılki ev sahibi ülke olarak G20 Zirvesi Eylül ayında Yeni Delhi’de gerçekleşecek.

    Amma’nın Açılış Konuşması:

    Amma, Saf Sevginin ve Mutlak Öz’ün vücut bulmuş hâlleri olan hepinizin önünde eğiliyor.

    Bu çok hayırlı bir gelişme. Dünyanın azalan ışığını yeniden alevlendirmek üzere bir misyon üstlendik. Hindistan’ın G20 ülkelerinin dönem başkanlığını üstlenme fırsatını elde ettiği tarihi bir yıldayız. Hindistan Hükümeti ve Saygıdeğer Başbakan Şri Narendra Modi, G20 Forumu’nun resmi bir katılım grubu olan Sivil Toplum 20 (C20) sürecini başarıyla idare etmek gibi muazzam bir sorumluluğu bize vermiştir. Dilerim bu çabanın hakkını verebiliriz. Bu vesileyle Hindistan Hükümeti’ne ve Sayın Başbakan’a en içten teşekkürlerimi sunuyorum. 

    Dünyadaki canlı ve cansız her şeyle birlikte insan bedeni de beş elementten oluşur: toprak, su, ateş, hava ve uzay. Söz konusu beş unsur doğadan gelmektedir. Bu nedenle insanlık ve doğa bir bütündür. Hindistan’ın kadim ṛṣileri (ermişleri) bu gerçeği doğrudan deneyim yoluyla idrak ederek Vasudhaiva Kuṭuṁbakam’ı ilan etmişlerdir: “Dünya tek bir ailedir.”

    Hindistan’ın G20 başkanlığının temasının Upaniṣad’lardan gelen bu ifade seçilmesi çok isabetli olmuş: “Tek Dünya, Tek Aile.” 

    C20 Forumu’nun temel görevleri, insanların çalışma alanlarında karşılaştıkları sorunları çözmek, kamuoyunu anlamak, insanların farklı alanlarda karşılaştıkları sorunları incelemek, bunları Hindistan Hükümeti’nin ve G20 ülkelerinin dikkatine sunmak ve çözümler önermektir. 

    İnsanlık her zaman hayatı kolay ve rahat hale getirmek için çeşitli yollar denemektedir. Bu da birçok güç kaynağına bağlıdır. Dolayısıyla her ulus, askeri ve silah gücü, ekonomi, bilim ve teknoloji açısından kendini sürekli olarak geliştirmeye çalışmaktadır. Güvenlik ve gelişme açısından bunların hepsi gereklidir.

    Ancak, bu alanlarda kendimizi güçlendirmek için acele ederken, daha da muazzam bir güce sahip olan Doğa’nın kuvvetini unuttuk. Uçsuz bucaksız evrenin bir parçası olduğumuza dair temel gerçeği unuttuk. Son zamanlarda Doğa bize bu gerçeği hatırlatmak için art arda “şok tedavileri” uyguluyor. Buna rağmen, Alzheimer hastasıymışız gibi davranmaya devam ediyoruz; derslerimizi hatırlamaktan aciziz.  

    İnsanlık bilginin zirvesine ulaşmak için çabalamalıdır. Ne tür bir araştırma gerekiyorsa yapılmalıdır. Bununla birlikte Amma, manevi düşüncenin ve manevi ilkeler üzerine kurulu yaşam tarzının gücünü araştırmaya da hazır olmamız gerektiğini düşünüyor. Doğanın ve evrenin bize göndermeye sürdürdüğü işaretlerden bunun gerekliliğini anlamalıyız. Ancak o zaman vasudhaiva kuṭaṁbakam ilkesini küçük de olsa yerine getirebiliriz. 

    Günümüzde durum öyle bir hal aldı ki, her şeye sahip olsak dahi, gerçekte hiçbir şeye sahip olmuyoruz. Bir şey çok net. İnsanlık Doğa’dan uzaklaştıkça, sorunlarımız daha da artıyor. Doğa, Tanrı’nın tecelli eden yüzüdür. 

    Beşeri zihniyet, Doğa’nın bizim itaatkâr hizmetkârımız ve hissiz olduğunu ve bu nedenle ona istediğimiz gibi davranabileceğimizi düşünmektedir. Ancak gerçek şudur ki Doğa tümleşik bir beden, tek bir varlıktır. Tıpkı bir bedenin parçalarının bölünmez olarak birbirine bağlı olması gibi, Doğa’nın duyarlı ve duyarsız tüm boyutları da birbirine bağlıdır. Hepsi Doğa’nın bedeninin parçalarıdır.  

    İşte bu nedenle kalkınma, çevrenin korunmasına bağlı olmadığı sürece sürdürülemez. Eğer gerçekten sürdürülebilir kalkınma istiyorsak, konferanslar ve zirveler düzenlemek, ödüller vermek, politikalar ve yasalar oluşturmak yeterli değildir. İnsanlığın tutumu değişmelidir. Eğer davranışlarımızı değiştirebilirsek, çevremizi de değiştirebiliriz.

    Toprak, su, ateş, hava ve boşluk olmadan nasıl yaşayabiliriz? Bu beş element bedenimizin temelini oluşturur. Yani Doğa hem içimizde hem de dışımızdadır. Dünyada yaşarken çoğu zaman hemcinslerimizi ve Doğayı yok sayar veya reddederiz; yalnızca kendi bencil arzularımızı ve açgözlülüğümüzü tatmin etmek için çabalarız. Aynı zamanda, bize cenneti vermesi için Tanrı’ya dua ederiz. Bu ne yaman bir çelişki! 

    Geldiğimiz bu noktada, yüzyılın neredeyse çeyreği tamamlanmışken, dünyamızın içinde bulunduğu durum nedir? Gözlerinizi kapayın ve parmağınızı haritanın üzerine rastgele koyun. Şimdi gözlerinizi açın ve hangi kıtaya ve ulusa geldiğine bakın. Orası neresi olursa olsun, o bölgenin barışçıl ve çatışmalardan uzak olup olmadığını araştırın.

    Herkesin açlığını ve susuzluğunu giderecek kadar içme suyu ve yiyecek var mı? Herkesin başını sokabileceği bir çatısı var mı? Giyecek kıyafetleri var mı? Sağlık hizmetleri herkes için zamanında sağlanabiliyor mu? Kadınlar ve çocuklar güvende mi?

    Amma söylemeden de herkes cevabını biliyor. Ancak aradaki tek fark, zenginler lüks içinde ağlarken, yoksullar akan bir çatının altında kırık bir sandalyede oturarak ağlıyor.

    Pek çok sivil örgüt ve birey aktif olarak çözüm bulmaya ve insani yardım çalışmaları yapmaya çalışıyor. Lakin bunlar yalnızca okyanusa düşen küçük yağmur damlalarıdır. Ne var ki bu küçük damlalar bile çöle yağdıklarında fayda sağlarlar. Eğer damlaların yerini anlar ve onları uygun şekilde kullanırsak, dünyaya biraz neşe, huzur ve sağlık getirmeye yardımcı olabilirler. 

    Amma sık sık insanlarla etkileşim kurarken onların seviyesine inmemiz gerektiğinden bahseder. Biz 108 köyü evlat edindik. Aşram gönüllüleri köylerden birine yaptıkları ilk ziyaret sırasında köydeki tüm çiftçilerin intihar etmeyi düşündüklerini öğrenmişler. Peki neden?

    Çiftçilerin mahsulleri defalarca başarısız olmuş ve her şeylerini kaybetmişler. Borç aldıkları tohum parasını da kaybetmiş ve borcun faizini bile ödeyemez hale gelmişler. Önlerinde görebildikleri tek çıkış yolu ölümmüş. Mahsulleri beş yıl üst üste başarısız olmuş. 

    Gönüllülerimiz onların çalışma süreçlerini inceledi. Gübrelerini nereden alıyorlardı? Gördüler ki çiftçiler gübre için fahiş bir miktar ödüyorlardı. Dolandırılıyorlardı. Gönüllüler müdahale ederek gübreyi makul bir fiyattan satın almalarına yardımcı oldular. Çiftçileri modern tarım uygulamaları konusunda bilinçlendirdiler. Ertesi yıl, çiftçiler bereketli mahsuller elde etti. Beş yıldır bekleyen kredilerini geri ödeyebildiler ve bir yıl boyunca geçimlerini sağlayacak kadar kâr elde ettiler.  

    O yıl, tüm bu köylüler yüzlerini kaplayan ışıl ışıl gülümsemeyle Amma’yı görmeye geldiler ve Amma’ya o mahsulden biraz pirinç sundular. Onları fiziksel ve zihinsel olarak iyileştirmeyi başardık. Dolayısıyla, doğru bilinçlendirme çok önemlidir. İşte bu nedenle Amma her daim insanlarla kendi seviyelerinde iletişim kurmamız gerektiğini söylüyor.

    Resmi olarak darşan ilan edilmemiş olsa da insanlar Amma’yı görmeye geliyor. Geçtiğimiz yıl Amma en az 300.000 kişiyle görüştü. Çünkü kısıtlamalar uygulanıyordu. Normalde Amma yılda en az bir milyon kişiyi görüyor. Pandeminin sona ermesiyle birlikte çocuklar okullara ve üniversitelere geri döndü. Aşram’ın eğitim kurumlarında okuyan yaklaşık 150.000 öğrenci var. Dolayısıyla Amma pandeminin gençleri nasıl etkilediğini biliyor.  

    Pandemiden sonra tüm dünyada öğrenciler düzeyinde büyük bir fark var. Çocuklar evlerinde oturup sadece bilgisayar ekranlarına ve telefonlarına bakıyorlar. Birçok ebeveyn Amma’ya bunun çocuklarının ruh sağlığını etkilediğini söylüyor. Uykusuzluk çekiyorlar. Okula gitmek istemiyorlar. Anne babaların çoğu Amma’ya bunu söylediklerinde gözyaşlarına boğuluyor. Birçoğu derslerine olan ilgisini kaybetti. Birçok küçük çocuk internetten uyuşturucu sipariş etmeyi, evlerine teslim ettirmeyi ve kendi evlerinin rahat ortamında kullanmayı öğrendi. Dolayısıyla, dünya genelinde artık pek çok yeni uyuşturucu kullanıcısı ve bağımlısı var.  

    Kimi anneler çocuklarının telefonlarına bağımlı hale geldiklerinden ve sürekli daha iyi modeller talep ettiklerinden yakınıyor. Ebeveynlerin yaklaşık yüzde 40’ı çocuklarını Amma’ya getiriyor ve böylece Amma ebeveynlerin endişelerinin doğruluğunu -çocuklardaki değişimleri- bizzat görmüş oluyor. Amma çocukların zihinlerinin çok zayıf düştüğünü fark etti. Yaşamları, birleştirici çimento olmadan üst üste yığılmış tuğlalarla inşa edilmiş yüksek kulelere dönüşmüştür; ufacık bir esinti onları alaşağı edecektir. Yetenekleri olsa dahi zihinsel güçlerini kaybetmişler.

    Pek çok çocuk intihar etti. Çok daha fazlası intihara meyilli. Amma bazı çocukların bileklerini kestikleri yara izlerini gördü. 

    Üniversitemizdeki bazı profesörler Amma’ya pandemi sonrasında öğrencilerin davranışlarında meydana gelen değişikliklerden bahsettiler. Öğrenciler ders bitince dışarıdaki ağaçlara yaslanıp yere uzanıyor ve telefonlarına bakıyorlar. Hocaları yanlarına gelse ya da bu öğrencilerin yanına otursa bile, öğrenciler telefonlarından başlarını kaldırıp bakmıyorlar bile. Saygı göstermiyorlar. Profesörler şöyle diyor: “Öğrencilerin bu kibirli davranışlarından dolayı çok endişeliyiz. Biz öğrenciyken böyle davranmazdık.” 

    Bir başka profesör de şunları söyledi: “Öğrenciler dersten çıkar çıkmaz kulaklıklarını takıp ya bir şeyler dinliyor ya da telefonda birileriyle konuşuyorlar. Bir gün, yaşlı profesörlerinden birinin ayağı kazara takıldı ve yere düşmüş. Yardım için bağırmış olmasına rağmen öğrencilerden hiçbiri onu duymamış. Hepsinin kulaklıkları takılıymış.”

    Öğretmen-öğrenci bağı önemli ölçüde azaldı. Sürekli telefonlarına bakan öğrenciler robot gibi oldu. Şefkat duygularını yitirdiler. Büyüklerine karşı saygıları ve öğretmenlerine karşı minnettarlıkları eski günlere göre büyük oranda azaldı. Başkalarının kederini anlayamaz hale geldiler. 

    Toplum bu şekilde devam ederse, hayat trafik kurallarına uymadan araç kullanmaya benzeyecek. Herkes diğerini ezecek ve sonunda hepsi yok olacak. Yaratılışın devamlılığı şefkate bağlıdır. Bu kaybedilirse, her şey kaybedilir. O zaman biz de kendimizden uzaklaşırız. Gençler stres altına girdiklerinde, birçoğu uyuşturucu ve alkole yöneliyor. Tanrının onların ” sakinleştiricisi” olmasını istemezler. 

    Maneviyat zihnimizi olaylara hak ettikleri yeri vermeyi öğretir – bu tür ilkeler Bhagavad-Gītā ve diğer kutsal yazıtlarda ortaya konmuştur. Ama onlar bunu öğrenmek yerine, Tanrı’yı ve kutsal yazıtları körü körüne batıl inanç olarak damgalayarak yargılarlar. Ardından işler sarpa sardığında içki ve uyuşturucu kullanmaya başlıyorlar. Nihayetinde tüm aile geçimsizliğe ve çatışmaya sürükleniyor. Çocuklarının bu yaşam tarzını gören ebeveynler bile yaşama isteklerini kaybederler. 

    Görünen o ki, savaştan çok daha fazla kendi çocuklarımızın durumundan endişelenmemiz gerekiyor. Tüm uluslar, gençlerinin ruh sağlığını güçlendirmek için savunma harcamalarından çok daha fazla bütçe ayırmalıdır. Onlara zihinlerini nasıl yöneteceklerini öğretmeliyiz. Tarım diploması olan biri kolayca ürün yetiştirebilir. Hangi haşerelere ve hastalıklara dikkat etmeleri gerektiğini ve ortaya çıktıklarında nasıl tedavi edeceklerini bilirler. 

    Dünya bir çiçek gibidir. Eğer taç yapraklarından biri haşere istilasına uğrarsa, bu çiçeğin geri kalanını da etkileyecektir. Benzer şekilde, eğer bir ulusun sorunu varsa, diğer tüm uluslar da bundan etkilenecektir. Bir birey etkilendiğinde aile de etkilenir. Oradan topluma yayılır. Toplumdan ulusa ve ulustan da dünyaya yayılır. 

    İnsanlar genellikle şöyle bir yaklaşımda bulunur: “Bu onların sorunu, bizim değil!”

    Bu doğru değildir. Çoğu zaman başkalarının çözülmemiş sorunları bizim sorunumuz haline gelir. Örneğin, 10 katlı bir binanın en alt katında yangın çıkıyor. O kattaki insanlar sağa sola koşuşturup bağırıyorlar: “İmdat! İmdat! Lütfen biri gelsin! Yangını söndürmemize yardım edin!”

    Peki ya 10. kattaki insanlar: “Bu sizin sorununuz, bizim değil!” deyip yardım etmeye zahmet etmezlerse? O zaman ne olacak? Yangın yukarı doğru yayılacak. Onların çözülmemiş sorunu sonunda bizim sorunumuz haline gelecektir. Dolayısıyla, başkasının sorunu olduğunu söyleyerek birisinin yardım çağrısını asla görmezden gelmemeliyiz. 

    Dünyanın neresine gidersek gidelim, sorduğumuz ilk soru şudur: ” Orada internet var mı? İnternet bağlantım olacak mı? Evde internet bağlantısı olacak mı? Şu otelde Internet çekecek mi?”

    Eğer bağlantı olmazsa, sudan çıkmış balık gibi oluruz, hatta uykularımız bile kaçar. Maneviyat aslında İçsel Ağdır. Bu bağlantı güçlüyse, hiçbir dış durum bizi rahatsız edemez veya strese sokamaz. Koşullara uyum sağlarken aynı zamanda şefkatli hale geliriz. Bu bize affetme, unutma, hoş görme ve geri ödeme yetisi kazandıracaktır. Tüm bunları neşeyle yapabileceğiz. Spiritüellik ya da maneviyat dediğimiz şey işte budur. 

    Vaktiyle dünya nüfusunun genel tutumu üzerine bir araştırma yapılmış. Her ülkenin vatandaşlarına sadece tek bir soru sorulmuş: “Dünyadaki diğer ülkelerde gıda sıkıntısını aşmak için uygulanan stratejiler hakkındaki fikirlerinizi dürüstçe paylaşır mısınız?”

    Kimi ülkelerde insanlar şöyle yanıt vermiş: “Gıda mı? O da ne?”

    Başka ülkelerdeki bazı insanlar ise şöyle karşılık vermişlerdir: “Dürüstçe mü? O da ne?”

    Bazı insanlar “fikir” kelimesinin anlamını bile bilmiyormuş. Bazıları da sormuş: “‘Lütfen’ kelimesi ne anlama geliyor?”

    ‘Diğer ülkelerin’ ne anlama geldiği hakkında hiçbir fikri olmayanlar da varmış.

    Dünyamızın durumu bundan ibaret. Dünyada ilerleme kaydedebilmek için herkesin birbirinin farkında olması gerekir.

    Bunu fiziksel alemde dışardan başarmak mümkün değildir. Dünyadan çeşitliliği kaldıramayız. Çeşitlilik bir dezavantaj ya da sınırlama değildir. Bilakis önemli bir fırsattır. Çeşitlilik içinde birliği ya da hakikati görmek için bir fırsattır.

    Verdiklerimiz bize geri döner. Çocukluğumda annem bana nehrin Devi’nin (Tanrıça) vücut bulmuş hali olduğunu ve günlük banyomu yaparken asla içine işememem ya da tükürmemem gerektiğini öğretmişti.

    Nehre her girdiğimde, soğuk su bana tuvalete gitme dürtüsü hissettirirdi ancak annemin sözlerini hatırlayarak dürtüyü bir düğme gibi kapatabiliyordum. Kendimi kontrol edebiliyordum. Burada kazanan taraf bendim, çünkü nehre yıkanmaya her gittiğimde temiz ve saf suda yıkanabiliyordum. Zira nehre işenmemesi gerektiği değeri bana öğretildiğinden kendimi kontrol edebiliyordum. 

    Değerleri erken yaşlarda edindiğimizde daha olumsuz dürtüleri, negatif düşünceleri ve duyguları kontrol edebiliriz. Şimdilerde hiç kimse duygularını kontrol edemiyor. İnsanlar giderek dünyanın çekim alanından çıkmış, nereye gittiği bilinmeyen roketler gibi olmaya başladılar. Dolayısıyla çocuklarımıza doğru değerleri aşılamamız şart.

    Amma, bütüncül sağlık hizmetleri, toplumsal cinsiyet eşitliği ile bilim ve teknolojinin C20 sürecinin bir parçası olduğunun farkındadır. Günümüzde çoğu insan sağlığı sadece fiziksel bedenle sınırlar. Ancak insan varlığı sadece beden düzeyinde değildir.

    Zihinsel, entelektüel ve duygusal sağlık da önemlidir. Bunların da ötesinde, her şeyi bilinçle dolduran, her şeye nüfuz eden ruhun, ātma-śakti’nin gücünü kabul etmeliyiz. Kişi yaşamında tüm bu etkenlere eşit önem verdiğinde, insan sağlığının anlamı da tamamlanmış olur. 

    Modern tıp ve tedavi sistemleri kuşkusuz önemlidir ve kendi yerlerine sahiptir. Ancak, gerçek sağlık hizmeti sadece hasta olduğumuzda doktora başvurmak değildir. Gerçekte Doğa bizim en yakın dostumuzdur çünkü biz de doğayız. Dolayısıyla doğa ile uyum içinde hareket etmek holistik sağlık için en önemli unsurdur.  

    Üniversitemiz, insanların çok fazla atık boşalttığı toprak üzerinde bilimsel bir araştırma yürüttü. Araştırmada toprağın son derece zehirli olduğu tespit edildi. Sonrasında bölgeye çok sayıda fidan dikimi yapıldı ve üç yıl sonra toprağı yeniden test ettik. Bu sefer toprak temiz ve toksinsiz çıktı. Böylece ağaç kökleri tarafından topraktaki toksinlerin ne kadarının emildiği, işlendiği ve temizlendiği kanıtlanmış oldu. Üstelik ağaçlar atmosferi temizleyerek bize solumamız için temiz hava sağlar.

    Atalarımız ağaçları ilahi varlıklar olarak kabul ederdi. Çocukluğumda insanların ağaçları kesmeden önce altında bağışlanmak için dua ettiklerini gördüm. Kendilerine verilenler için minnettarlıklarını göstermenin bir yoluydu bu. Kimileri bu tür bir ibadeti “ilkel” olarak nitelendirse de, Amma bunun çok pratik olduğunu düşünüyor. Belki zamanda biraz geriye gidip o günleri tekrar ziyaret etmemiz gerekebilir. Doğa ile bağlantı kurmadan ve onun lütfu olmadan bütünsel sağlık imkânsızdır.

    Yaklaşık 60 yıl önce, köydeki çocukluğum sırasında, sıyrıklara ve yaralara inek gübresi sürülürdü ve yaralar iyileşirdi. Bugün bunu yapacak olursak, yara mutlaka enfekte olur. Bir zamanların iyileştirici özelliği olan tezek bugün zehirli hale geldi. Peki neden? Eskiden inekler doğal yemlerle beslenirdi. Çeltiğe asla kimyasal madde püskürtülmezdi.

    Ama bugün neredeyse tüm ürünlere zehirli kimyasallar püskürtülüyor ve inekler bunları yiyor. Büyükbaş hayvan yemi, kimyasallar ve kemik tozu içeriyor. Artık süt aynı kaliteye sahip değil. Açlığımızı giderebilir ancak bağışıklığımız da zayıflar. Daha fazla miktarda süt alabiliriz ama bu beraberinde birçok hastalığı da getirir.

    Bilim, insanlığın mahsullere %5 oranında böcek ilacı ve kimyasal madde püskürtmesine izin vermişken, birçok kişi kârlarını artırmak için %25 civarında kimyasal madde püskürtüyor. Dolayısıyla bedenlerimiz ve zihinlerimiz zehirlenmektedir. Amma bunların kullanımını tamamen durdurun demiyor. Ancak daha sıkı düzenlemelere ihtiyacımız var. 

    Cinsiyet eşitliğine gelince, pek çok ülke hala kadınları aşağı görüyor. Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte dünya muazzam bir ilerleme kaydetti. İnsanlık giderek daha sofistike hale geliyor. Buna rağmen, derinlerde bir yerlerde, kadınların eşitliğini kabul etme konusunda hala büyük bir isteksizlik ve düşünce tutulması var. Dünya genelinde 15-19 yaş arası ergenlik çağındaki kız çocuklarının dörtte biri eğitim ve istihdamdan mahrum bırakılmaktadır. Erkek çocuklarda ise bu oran 10’da birdir. 

    Bir diğer önemli konu da dışlanmış kesimlerden gelen çocukların ve kadınların güçlendirilmesidir. Onların elinden tutmayı ve kırılganlıklarından kurtulmalarına yardımcı olmayı bir yajña (kutsal sorumluluk) olarak görmeliyiz. Onların gizli yeteneklerinin ziyan olmasına izin vermemeli, bu ne kendilerine ne de topluma fayda sağlar.

    Aşram uzun yıllardır Hindistan’ın 25 eyaletindeki köyleri desteklemektedir.Başlangıçta Amma 108 köyün sahiplenilmesini istemişti. Ancak köyleri ziyaret ettiğimizde ve kadınlara beceriler öğrettiğimizde bazı köy erkekleri şöyle diyorlardı: “Biz kadınlarımızı çalışmaya göndererek yaşamak istemiyoruz. Eğer çalışmaya başlarlarsa kibirli olurlar. Bize itaat etmezler.”

    Erkeklerin çoğu bu şekilde düşünüyor. Çocukluktan itibaren böyle düşünmeye şartlandırılmışlar, bu yüzden Amma onları suçlamıyor.  Bu sebeple, kadınlara evlerinden yapabilecekleri beceriler öğrettik. Verdiğimiz eğitimle iş yapmaya ve para kazanmaya başladılar. Bazı yerlerde ise erkekler çok katıydı. Buna benzer ders aldığımız binlerce olay yaşadık. Eğer kadınlar bastırılırsa, dünya üretimine katkısı olan nüfusun yüzde 50’sini yitirilir.

    Kadınlar yükselip ilerledikçe, erkekler de onlara yer vermeli, hatta yolu açmalıdır. Erkekler tek gidişli bir cadde olmayı bırakmalı ve bunun yerine geniş bir otoyol olmaya çalışmalıdır. Kadınlar da erkekler gibi kas gücünü geliştirmek yerine kalp kaslarını geliştirmeye çalışmalıdır.

    Amma’nın Malayalam dilinde tantēḍi-cesur olmak- kelimesiyle kastettiği budur. Kadınlar özgüvenlerini kaybetmeden başlarına gelenleri kabul edip yollarına devam etmeye hazır olmalıdırlar. Onların başarılı olması için gerekli koşulları yaratmalıyız. Yoksa bu toplum için büyük bir kayıp anlamına gelir. 

    Amma milyonlarca insanla görüşüyor. Bizim üniversitemizde okuyan kimi kızların aileleri dahi mezun olduktan sonra evlenmeleri için baskı yapıyor. Yalnızca birkaçına doktora yapmaları için izin veriyorlar. Doktoralarını bitirdiklerinde evlilik yaşının geçmiş olacağını ve kendilerine eş bulmanın zor olacağını söyleyen aileler onları engelliyor. Öğrenciler Amma’ya gelip şöyle diyorlar: “Amma, ben doktora yapmak istiyorum ama ailem çalışmamı istiyor.”

    Bunun üzerine Amma, öğrencilere çalışarak elde edebilecekleri ücretin aynısının sağlandığı bir burs sistemi getirdi. Öğrenciler yetenekliydi. Kız çocuklarını doktora yapmaya teşvik etmek için Amma hiç vakit kaybetmeden 100 doktora bursu verdi. Kızların birçoğu şu anda doktoralı akademisyen oldu; yeteneklerini geliştirdiler ve prestijli dergilerde makaleleri yayınlanıyor. Çoğu hem doktorasını tamamlandı hem de evlendi.

    Kızlarımızın evlenemeyeceği korkusuyla yaşarsak, ne başarabiliriz ki? Eğer doğru koşulları sağlarsak, kızlarımızın yetenekleri mutlaka ortaya çıkacak ve topluma faydalı hâle geleceklerdir. 

    Şurası açık ki, günümüzde insanlığın karşı karşıya olduğu ve gelecekte de karşı karşıya kalacağı felaketlere kalıcı bir çözüm bulmak istiyorsak, kendi iç dünyamızı değiştirmeye istekli olmalıyız. Küresel ısınma ya da iklim değişikliği gibi dış dünyada olup bitenler, zihnimizin içinden geçtiği sert iklimin bir yansımasından ibarettir.

    Günümüz insanı zamanının ve enerjisinin çoğunu gördüğü her şeyi, bu toprak, doğa ya da Tanrı olsun, kendi adı ve adresiyle etiketlemeye adıyor. “Ben” ve “benim” tavrıyla her şey üzerinde hak iddia etmeye ve otorite kurmaya çalışıyoruz. Şayet bu tutum artarsa, sonunda kendimiz kendimizin en büyük düşmanı olacağız.

    Amma bu bağlamda bir hikâye anımsıyor: Vaktiyle bir köpek dünyayı gezip görmek için yanıp tutuşuyormuş ve sonunda bunun için yola koyulmuş. Uzun günler süren yolculuktan sonra nihayet eve dönmüş. Köpek arkadaşları onu ziyarete gelerek yolculuğu hakkında sorular sormuşlar. “Yolculuk nasıldı? Yolda herhangi bir sıkıntıyla karşılaştın mı?” diye sormuşlar.

    Yolcu köpek cevap vermiş: “Hayır, kimse bana zorluk çıkarmadı. Herkes yoluma devam etmeme izin verdi. Beni rahatsız edenler sadece kendi türümüz olan diğer köpeklerdi. Gittiğim her yerde üzerime atladılar, havladılar ve ısırdılar. Beni acımasızca kovaladılar ve bana hiç huzur vermediler!” 

    İnsanlığın bugünkü durumu da bu köpeğin durumuna benziyor. İnsanlar dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, kendilerinin en büyük düşmanıdırlar. Daha doğrusu, insan zihni hem dost hem düşmandır. Düşüncelerimizin ve eylemlerimizin kaynağı kendi zihnimiz olduğuna göre, eğer gerçekten zihnimizde düzeltmeler yapmak istiyorsak, eğitim kurumlarımızda spiritüel değerler müfredatın bir parçası olarak yer almalıdır.

    Aşramımızda dünyanın her yerinden gelen yaklaşık 200 küçük çocuk var. Bunlardan bazıları yılın birkaç ayı burada kalıyor. Bhagavad Gītā ve kutsal yazıtlat derslerine katılıyorlar. Spiritüel öğretileri dinlediklerinde diğer çocuklarla aynı oyuncakları paylaşmaya başlıyorlar. Eskiden olsa, başka bir çocuk oyuncaklarına dokunduğu an çılgına dönerlerdi.

    Öyle ki, arkadaşlarının doğum günlerinde en sevdiği oyuncaklarını bile hediye edebiliyorlar. Sohbetleri sırasında, başka bir çocuğun doğum günü için en sevdikleri oyuncağı ona verdiklerinde, kendileri almaktansa daha mutlu olduklarını anlatıyorlar.  

    Manevi öğretileri dinleyerek, çocuklar kendileri için bir şey almaktansa paylaşmaktan daha fazla keyif almaya başladılar. Demek ki manevi öğretiler doğru bir şekilde özümsendiğinde, kalplerimiz genişliyor ve daha farkında oluyoruz.

    Sanskrit dilinde samskāra kelimesi “kültür” ya da “zaman içinde rafine olan şey” anlamına gelir. Laboratuvarda “kültür”, bir tanının konulması amacıyla büyümesi için uygun bir ortam sağlanan küçük bir bakteri örneğini ifade eder. Bu işlem hastalığı tanımlamak ve uygun tedaviyi sağlamak için yapılır.

    Benzer şekilde, çocuklara biraz aşram kültürü aşılandığında ve büyümeleri için uygun ortam yaratıldığında, hepsinde kültür aynı şekilde gelişti. Bununla birlikte, çocuklar öğrendiklerini hayata geçirmeye başladılar. Minikler bile doğruyu yanlışı ayırt edebiliyor. 

    Bazıları muhakeme yeteneğini kullanarak şöyle düşünüyor: “Hmm, bu oyuncak bir istek mi yoksa ihtiyaç mı? Yok, buna ihtiyacım yok. Parayı yoksul bir çocuğa vermeyi tercih ederim.”

    Henüz çok küçük yaşlarda bile bunu yapabiliyorlar. Alfabeyi öğrenmeden önce dahi yardımseverliği uygulamaya başlamışlar. Bunu gözlemleyen Amma, çocuklara küçük yaşta yardımseverlik ve dharma (“doğru olanı anlama ve uygulama”) değerlerini aşılamanın mümkün olduğuna inanıyor.  

    Çocuklar arasında büyük bir sevgi ve yakınlık var. İçlerinden biri hastalandığında, herkes arayıp nasıl olduğunu soruyor. Amma, çocukları küçük yaştan itibaren eğitirsek böyle olumlu değişimleri mutlaka gerçekleştirebileceğimize inanıyor.

    Arzularımız yerine ihtiyaçlarımızı karşılamaya odaklanırsak, dünyayı cennete dönüştürebiliriz. Güzel, çiçek dolu bir bahçe düşünün. Çocuklar bahçede koşuyor, gülüşüyor ve neşe içinde oynuyorlar. Kelebekler çiçekler arasında uçuşuyor, mutlu bir şekilde çiçek özü içiyorlar. Amma dünyanın böyle güzel ve huzurlu bir bahçe olmasını diliyor. Kelebeklerin kanat çırpışıyla, Amma tüm insanların, dünyanın her yerinde neşe içinde yaşamasını kastediyor.

    Herkes hak ettiği payı alabilir. İnsanlar bunu sağlamak için sahip oldukları her şeyi vermek zorunda değil; yalnızca paylarına düşenin bir kısmını paylaşabilirler. Bunu gerçekleştirirsek, dünyadan soyutlanmış, izole bir ada olmayız. Yaşam zincirinin bir halkası oluruz. 

    Bireyin, ailenin ve toplumun büyümesi ve kalkınması için uygun kültürün geliştirilmesi gerekir. Bunun için gerekli ortamı zihnimizde yaratmalıyız. Bu ortamın gelişmesi için gerekli koşullar evlerimizde ve eğitim kurumlarımızda sağlanmalıdır. 

    Amma, şu anda özellikle önemli ve konuyla ilişkili olduğunu düşündüğü bazı önerilerde bulunmak istiyor:

    1. Anaokulundan lise sona kadar, hatta üniversite eğitiminde bile şefkat ve özveriyi öğreten bir ders konulmalıdır. Özverinin ve şefkatin önemini tüm yönleriyle anlatan mecburi bir ders kitabı oluşturulmalıdır.
    2. Her çocuk doğum gününde bir ağaç dikmeli ve çocuğa sevgi ve şefkatle nasıl bakılacağı öğretilmelidir. Ormana atabilecekleri yüz adet tohum ve biraz gübreden oluşan kağıttan tohum topları yapmaları teşvik edilmelidir. Tohumların ormanda büyümesi için su ya da gübreye ihtiyacı yoktur. Dökülen yapraklar toprağı zenginleştirecek ve bitkileri besleyecektir. Tohumlardan birinin bile filizlenip büyümesi halinde, doğanın küçük bir parçasını onarmış oluruz. Herkes bu konuda kararlı olursa çok iyi olur.
    3. Uluslararası şirketlerin ve işletmelerin desteğiyle köylerin benimsendiği projeler geliştirilmelidir. Sonrasında buralarda okullar, üniversiteler, hastaneler ve küçük ölçekli sanayiler kurulmalıdır.
    4. Çocukluktan itibaren erkek çocuklara kadınlara ve kızlara saygılı davranmaları öğretilmelidir. Çocuklara sevginin değerini idolleştirmeyi öğretin. Çocuklara anaokulundan itibaren Tanrı’nın sevgi olduğu gibi sevginin de Tanrı olduğunu anlatın. Mezun olmadan önce öğrenciler yoksul bir köye ziyarete götürülmelidir. Böyle bir köyde geçirecekleri birkaç günde, sıradan insanların karşılaştıkları günlük sorunlarla yüzleşecek ve bu deneyimle onları kalkındırmak için ders projeleri geliştirebileceklerdir. Bencilliğin ve rekabetin acımasız dünyasına girmeden önce, edindikleri bu deneyim kalplerine şefkat ve özverinin tohumlarını ekecektir. Doğanın sonsuz gücü karşısında tevazu ile eğilmeyi öğretecektir. Doğanın bize sunduğu ihtimam, öz annemizin ya da babamızın sağlayabileceğinin çok ötesindedir. Bize sunulan bu muhteşem armağan için minnettarlığımızı ifade etmeliyiz.
    5. Tüm dinlerin liderleri, inananlarına kucaklayıcı olmayı ve asla dininden dolayı kimseye ayrımcılık yapmamayı öğretmeliler.
    6. Tüm eğitim kurumları, en alt kademeden en üst kademeye kadar öğrencilerini teknolojiyi muhakeme ile kullanmaları konusunda eğitmeler ve onlara bunu hayata geçirmeleri için fırsat vermelidir.
    7. Tüm okul ve üniversitelerde danışmanlık hizmetleri bulunmalıdır. Korona pandemisi başladığından beri çoğu öğrenci depresyondan muzdarip. Doğru zamanda danışmanlık desteği aldıklarında, birçok öğrencinin ilaç kullanmadan depresyondan çıkabildiğini gördüm. Danışmanlık almayı tercih etmeyenler ise ilaç almak zorunda kaldı. Gençlerin psikolojik sorunları konusunda dikkatli ve bilinçli olmamız gerekiyor, nitekim bu tür hizmetler çok yardımcı olacaktır.

    Hepimiz tek bir amaç ve tek bir zihinle dünyanın refahı için özveriyle çalışmaya devam edelim. Yaptıklarımız, bizden sonra gelecek olanlar için asil bir ideal haline gelsin. Yaşamımızın ağacı sevginin toprağına sıkıca köklensin. İyi eylemlerimiz yaprakları olsun. Nazik sözlerimiz çiçekleri olsun. Barış, meyvesi olsun. Dünya sevgide birleşmiş tek bir aile olarak büyüsün ve gelişsin. Vasudhaiva kuṭuṁbakam-“Dünya tek bir ailedir”- ethosu uyansın, uygulansın ve herkeste meyve versin. Ebedi barış ve ahengin olduğu bir dünyayı gerçekleştirelim. İlahi Lütuf hepimizi kutsasın.

    Oṁ Namaḥ Śivaya

    https://amritaworld.org/main-featured/ammas-civil-20-inaugural-address/

  • Amma’nın Spiritüel Öğretileri

    Amma’nın öğretileri, dünyaya gözünü açması ile başladı. Amma dünyaya ağlamadan, sükûnet içinde geldi. Onun bu ilâhi gelişi dahi tefekkürümüze konu olmaya layıktır. Amma’nın her eylemi, her sözü bir ders niteliği taşır. Amma’nın hayatı, onun öğretisidir.

    Amma’yı izlerken onun bizlerde uyandırmak istediği bütün ilâhi niteliklerin vücut bulmuş hâli olduğunu fark ederiz. İlâhi aşk ve adanmışlığı anlamak istiyorsanız, ilâhiler esnasında yanaklarından süzülen gözyaşlarını gözlemleyin. Dünyaya karşılıksız olarak hizmet etmeyi öğrenmek istiyorsanız, onun yanında oturarak bir akşamda 12.000 insanı kucaklamasına şahit olun. Sādhana (spiritüel pratikler) hakkında sorularınız var ise, onun sahilde hareketsiz bir biçimde oturup dünyadan soyutlanarak geçirdiği yıllarını düşünün. Amma’nın her yaptığı bir meditasyona dönüşür. Bu ister sessizlikte oturmak olsun, ister binlere seslenmek olsun, ister aşramın avlusunu süpürmek olsun.

    Amma kendi konforunu reddederek, bize feragatı öğretir. Amma aldığı her solukla, hiçbir erkeği, kadını, çocuğu kendi Öz Benliğinden ayırt etmediğini göstererek bize Advayta’yı (Teklif Felsefesi’ni) öğretir.

    Eylemlerin kelimelerden daha güçlü olduğu aşikârdır. Ancak, Hakikat’i Amma’nın dudaklarından duymamız, bizde bir zırh etkisi yaratır. Onun sohbetine ister yüzlerce kişilik kalabalıkta ister aşramda bizzat yakınında oturarak kulak vermek kısmet olsun, Amma’nın satsangı (Hakikat sohbeti) insanda derin etkiler yaratır ve unutması zordur.
    Amma, söz ve fikirlerin ötesinde Hakikat hâlinde köklenmiştir. Belki de doğum anı ile bize öğretmeye çalıştığı şey budur. O sükûnet hâlini bize öğretmek istediğinde, bunu bir düşünceye dönüştürür. Bizi sessizliğe götürebilecek o düşüncelerin bir kısmı burada derlenmiştir.

  • Tanınmış  yazar Can Aydoğmuş’un Amritapuri Ziyareti

    Tanınmış yazar Can Aydoğmuş’un Amritapuri Ziyareti

    Tanınmış yazar ve influencer Can Aydoğmuş, Amma’yı Hindistan’daki aşramı Amritapuri’de (Ölümsüzlük Şehri) ziyaret etti.

    Amma, 6 günlük kısa ziyaretlerinde Can Aydoğmuş ve arkadaşlarını sevgi ve şefkati ile dolu dolu ağırladı: Onlara darşan verdi, dertlerini ve isteklerini dinledi, Guru-mantralarına inisiye etti, adanmışlık şarkıları söyledi, Amma’nın yarattığı Beyaz Çiçekler Meditasyonu’nu yaptırdı ve birlikte Türkçe şarkı söyleyerek bu şarkıyı kaydetti.

    Can Aydoğmuş, Amma’nın kıdemli öğrencisi Swami Amritaswarupananda Puri ile de görüşme yaptı.
    Bu görüşmede, Amma’yı Türkiye’de ağırlamayı çok istediğini ve Türk misafirperverliğinin Amma’yı ve gelen herkesi çok memnun edeceğini söyledi. Böylece Amma’nın Türkiye ziyareti için belki de ilk somut adım atılmış oldu.

    Can Aydoğmuş’u Instagram hesabından takip edebilirsiniz: https://www.instagram.com/canyaziyor/

  • Amma, G20 zirvesinin C20’sine başkanlık edecek

    Amma, G20 zirvesinin C20’sine başkanlık edecek

    Hindistan Hükümeti, Amma’yı G20’nin Sivil 20’sinin (C20) Hindistan Başkanı olarak atadı.

    7 Ekim 2022, Amritapuri Aşram

    Hindistan Hükümeti, Amma’yı, 20’ler Grubunun (G20) Sivil 20’sinin (C20) Başkanı olarak atadı. 

    G20, uluslararası sistemde gelişmiş ülkeler ile yükselen ekonomilerin küresel ekonomik karar alma süreçlerinde daha fazla temsil edilmesi ve uluslararası mali sistemin daha istikrarlı bir yapıya kavuşturulması amacıyla kurulmuş komisyondur.

    C20 (Sivil20), sivil toplum kuruluşlarının (STK’lar) resmî ve ticari olmayan sesleri G20 liderlerine duyurma platformudur.

    Hindistan, 1 Aralık 2022’den 30 Kasım 2023’e kadar bir yıl süreyle G20 Başkanlığını üstlenecek.

    (Türkiye, 2014 yılında bu görevi üstlenmiş ve 2015 yılında zirveyi Antalya’da ağırlamıştır. O dönemdeki C20 Türkiye Başkanlık görevini Kale Grubu Başkanı ve CEO’su Zeynep Bodur Okyay yürütmüştür.)

    G20’nin üyeleri 19 ülke ve Avrupa Birliği’nden oluşmaktadır ve Hindistan 1999’daki kuruluşundan bu yana üyedir. 

    C20, G20’ye üye olmayan kuruluşlar da dahil olmak üzere 800’den fazla sivil toplum, temsilci ve çeşitli ülkelerin ağlarını, G20 Liderler Zirvesi’nde toplumun tüm katmanlarından insanların sesini duyurmasını sağlamak için bir araya getiriyor.

    Amma, C20 Hindistan Başkanı olarak rolünü kabul ettikten sonra, sesi olmayan insanların seslerinin duyurmak için böylesi üst düzey bir temsili hazırladığı için Hindistan Hükümeti’ne minnettar olduğunu ifade etti.

    Online gerçekleştirilen toplantıda Amma şunları paylaştı:


    “Açlık, çatışma, türlerin yok olması ve çevresel yıkım bugün dünyanın karşı karşıya olduğu en önemli sorunlardır. Çözümler geliştirmek için samimi çaba sarf etmeliyiz. Tüm alanların bilim adamları, bilgisayar bilimi, matematik, fizik, mühendisler vb. bir araya gelip birlikte çalışırlarsa, çevresel felaketleri tahmin etmek için daha yenilikçi yöntemler yaratabilir ve böylece çok fazla hayat kurtarabiliriz. Çoğu zaman, multi-disipliner ve entegre bir çaba eksikliği görüyoruz. Şu an ihtiyacımız olan şey budur.

    Sanātana Dharma’da Tanrıça Durga, gücün sembolü olarak görülür. Tanrıça Sarasvatī bilginin sembolü olarak görülür. Ve Tanrıça Lakşmī bereketin sembolü olarak görülür. Güç, bereket ve bilgi – ihtiyacımız olan bu üç faktördür. Biz kendimizi geliştirirsek dış dünya da bizimle birlikte iyileşir. Kişisel gelişim ve zihinsel uyumu bir öncelik hâline getirmeliyiz.

    Amma, kırsal alanlardaki yoksulluğun, özellikle de yiyeceğimizin çoğunu orada yetiştiren insanlar olduğu için, toplum olarak ilerlemek açısından ele alınması gereken önemli bir konu olduğunu açıkladı. Amma, 35 yılı aşkın bir süredir Hindistan’ın ve dünyanın dört bir yanındaki köylerdeki insanların hayatlarını inceliyor. Köylere yüksekten baktığımız zaman bütüncül çözümler bulamayacağımızı deneyimledi. Temel seviyeye inmeli ve sorunları onların bakış açısından anlamalıyız.

    Çatışmanın temel nedenlerinden biri açlıktır. Açlık sorunu çok karmaşıktır. Yoksul köylere gittiğimizde erkeklerin bağımlılıklarından dolayı yoksullaştıklarını görüyoruz. Bu yoksulluk, kadınların hamileliğin hayatî aşamalarında doğru beslenmelerini engelliyor.

    Yetersiz beslenmenin ve hatta kontamine yiyeceklerden toksinlerin emilmesinin bir sonucu olarak, çocuklar doğumda ölüyor. İnsanların, özellikle hamile kadınların beslenme ihtiyacı konusunda bilinçlendirilmesi gerekiyor.

    Amma ayrıca, çoğum yöntem sürdürülebilir olmadığından, köylüleri geleneksel yöntemlerinin dışında uygulamaları benimseme konusunda eğitme ihtiyacından da bahsetti.

    Bazen mevcut altyapılar yüksek riskli hastalıklara bile yol açabiliyor. 2013 yılında, Mata Amritanandamayi MAM (MAM), Hindistan’daki 108 yoksul köyde kendi kendine yeterliliği geliştirmeye yardımcı olmak için Amrita SERVe projesini başlattı.

    Köylerde Jivamritam adında bir proje başlattık. Bu proje ile temiz içme suyu sağlıyor ve insanları temiz suyun önemi konusunda eğitiyoruz. Ancak bazı köylerde sadece kirlenen nehir suyunu tüketerek sağlıklı kalabileceklerine körü körüne inananlar vardı.

    Filtrelenmiş suyu içtiklerinde böbrek taşı ve kemik hastalıklarına yakalanacaklarına dahi inanıyorlardı. Temiz ve filtrelenmiş su sağlanmasına rağmen sadece nehir suyunu içmeye devam ettiler.
    Hâl böyle olunca, çeşitli su kaynaklı hastalıklara yakalanmayı sürdürdüler.

    Her şeyin dengeye ihtiyacı var. Şeker tüketmeye devam ettiğimiz sürece şeker hastalığı ilaçlarını tek başına almak kan şekerimizi düşürmez. Bu yüzden köylerde farkındalık yaratmamız gerekiyor, ama aynı zamanda köylere de kendimiz gitmeli ve her bölgeye ait ince ve kişisel konuları anlamamız gerekiyor.

    Amma, MAM’ın projelerinden birinin köylerde tuvalet inşa etmek olduğunu ve köylülere kendi tuvaletlerini nasıl yapacaklarını öğretmek olduğunu paylaştı. Bir köyde, ekip birkaç ay sonra ilerlemeyi kontrol etmek için döndüğünde, tuvaletler pūja (ibadet) odası olarak kullanıldığını gördü. 

    Oradaki köylülere göre yeni yapılan tuvaletler evlerinin en güzel yeriydi ve evin en güzel yerinin her zaman Tanrı’ya ait olması gerektiğine inanıyorlardı. Bu olay, bir değişiklik yapmadan evvel her yerin kültürünü anlamanın ne kadar önemli olduğunu gösteren başka örnektir.

    2013 yılında Amma, Amrita Vishwa Vidyapeetham’da (Amma’nın üniversitesi), farklı disiplinlerden üniversite öğrencilerinin kırsal topluluklarda sürdürülebilir kalkınma için çözümler araştırmak, geliştirmek ve dağıtmak için deneyimsel öğrenme programı olan Live-in-Labs (Laboratuvarda Yaşa) adlı projeyi başlattı. Proje dahilinde Hindistan ve dünyadan gelen katılımcılar köyleri seyahat ediyor.

    Projedeki temel nokta, köylülerin günlük yaşamlarında karşılaştıkları zorlukları daha iyi anlamak için öğrencilerin köylülerle birlikte çalışmasıdır. Amrita’nın ekipleri ve yerel halk el ele vererek, toplumun pratik ihtiyaçlarına uygun gerçekçi ve kalıcı çözümler oluşturuyor.

    Öğrenciler, yoksul insanların karşılaştığı temel sorunları inceleyip, anlayabilir. Böylelikle eş zamanlı olarak öğrencilerin içinde şefkat duygusunun uyanması sağlanır. Aksi takdirde öğrenciler çok ben-merkezci ve çevrelerinden habersiz oluyorlar. Yoksul köylülerin yaşadıkları zorlukları gören projedeki öğrenciler, köylülere karşı sorumluluk duygusu geliştirmeye başlıyor.

    Amma ayrıca Hindistan’daki depresyon ve zihin hastalığının her nesilde nasıl arttığına da değindi. Ülke kolektif toplum geleneğine dayanmasına rağmen, şu anda daha çok bireysel çıkarlara odaklanan kimlikler gelişiyor ve insanlar birbirinden izole oluyor.
    Akıl hastalığının yayılmasından savaştan daha fazla korkmamız gerektiğini ve zihinsel sorunları olanlar için uygun danışmanlık olanakları sağlamamız gerektiğini söyledi.

    En kalabalık nüfusa sahip olmasına rağmen Hindistan’da eski günlerde, akıl hastalıkları için çok az hapishane veya hastane vardı. Tek bir eyaletteki tesis tüm ülkeye hizmet etmeye yetiyordu. Ancak çok kısa zamanda, birçok ülkeden daha fazla hapishaneye ve ruh sağlığı tesisine ihtiyaç duymaya başladık. Kültürümüz kaosa ve anarşiye sürüklendi. Toplumda üç grup varsa, üçü de birbiriyle iletişimi kesti ve eşit paylaşımdan vazgeçtiler.

    Köylerde ortak mülkiyet ve sorumluluk duygusunu yeniden canlandırmak için MAM, okullara içme suyu sistemleri yerleştirdi ve kimi yerde kadınları bu sistemlerin bakımı konusunda eğitti.

    1998’de MAM, Amrita Nidhi adlı emeklilik programının parçası olarak kadınlara maaş vermeye de başladı. Ancak toplumu güçlendirmeye yönelik bir sonraki adım, kadınlar için kendi kendine yardım gruplarının (SHG’ler) sponsorluğunun başlatılmasıyla geldi.

    “2005 yılında AmritaSREE programını oluşturduk. Köylerdeki kadınlardan oluşan gruplara, MAM’den hibe fonu olarak bir araya toplanan para verildi. Böylece yeni kurulan işletmelere ve mesleki eğitime yardımcı olmak için, kadınlar kendi kendini finanse eden gruplar oluşturdu. Bu gruplar kendilerini özerk kılmakla kalmadı, dahası tüm köylerini de 

    kalkındırdılar.”

    Bugün AmritaSREE, Hindistan genelinde 21 eyalette 15.000 SHG’nin kurulmasına yardımcı oldu. Çoğunun köylerde ve izole kalan kırsal alanlarda yaşadığı 250.000 kadın geçimini sağlamak için bir yol buldu. Pandemi sırasında MAM, AmritaSREE üyelerine malî yardım, market kitleri ve kıyafetlerden oluşan COVID-19 yardım paketleri de dağıttı. Toplamda sağlanan yardım miktarı 11 milyon ABD Doları (204.671.500,00 TL) idi.

    “Burada gündeme getirilen tüm konular hayati önem taşımaktadır. Ancak bu, fiziksel bir toplantının ötesine geçmeli ve kalple zihnin buluştuğu hakiki toplantı hâline gelmelidir. Kendimizi ve başkalarını uyandırmanın tek yolu budur.”

    Amma’nın yürüttüğü projelerin linklerine buradan ulaşabilirsiniz: 

    Eğitim: https://amritaworld.org/education/

    Sağlık Hizmetleri: https://amritaworld.org/healthcare/

    Çevre Koruma: https://amritaworld.org/environment/

    Bilimsel Araştırmalar: https://amritaworld.org/research/

    Kırsal Hindistan: https://amritaworld.org/villages/

    Kadın Güçlendirme: https://amritaworld.org/women-empowerment/

    Gençlik: https://amritaworld.org/youth/

    Afet Yardımı: https://amritaworld.org/emergencies/

    Aşram: https://amritaworld.org/ashram/

    Yoga ve Meditasyon: https://amritaworld.org/yoga-meditation/

    Temel İhtiyaçlar: https://amritaworld.org/basic-needs/

    Amma: https://amritaworld.org/amma/

    Global Ağ: https://www.embracingtheworld.org/

    Yazıda yer alan projeler:

    https://amritaworld.org/category/education/live-in-labs/

    https://ammachilabs.org/projects/

    http://www.amritasree.com/

  • Dünyada Görmek İstediğimiz Değişim Olalım

    Çocuklar, gözleriniz şefkatle erisin.
    Başlarınız tevazu ile eğilsin.
    Elleriniz başkalarına hizmet etmeye adansın.
    Ayaklarınız dharma yolunu yürüsün.

    3 Ekim 2022, Amritapuri – Amritavarsham 69

    Amma’nın 69. doğum günü Amritapuri Aşram’da sade bir şekilde kutlandı.

    Gün, ana salonda – Gaṇapati, Navagraha ve Mṛityuṇjaya homaları (ateş ritüelleri) ile başladı ve Swami Amritaswarupananda Puri’nin Amma’nın şefkat eylemlerinden örnekler verdiği açılış konuşmasıyla devam etti.

    Saat 10 gibi Amma sahneye geldi ve ağzına kadar dolu olan salonun önünde secde ederek herkesi selamladı. Amma’nın Pāduka Pūjā’sı Swamiji tarafından icra edilirken, aşram gençleri Vedik ilahilerle eşlik etti.

    Amma, pandemiden dolayı birçok adanmışının Amma’yı görmeye gelmekte ne kadar çok zorlandığına değindi.
    “Amma, çoğu çocuğunun önceki iki yılda olduğu gibi  bu yıl da Amma ile birlikte olamadığı için üzgün olduğunu biliyor.” dedi. “Öyle olsa dahi, Amma sevginizi ve bağlılığınızı biliyor ve deneyimliyor. Ve her biriniz daima Amma’nın düşüncelerindesiniz; hepiniz kalbimde, aklımda ve dualarımdasınız.”

    Amma, çocuklarının çoğunun kendi doğum günlerinde Amma’ya özel bir şeyler vermek istediğini bildiğini söyleyerek, üç öneride bulundu: 

    • “Bir tohum alın ve az gübreli bir toprağa koyup bir kâğıda sarın. Bu tohum toplarını, filizlenebilecekleri bir yere bırakın. Evinizin etrafında bir yer veya ağaçlık bir alan olabilir. Ne kadar çok fidan dikebilirseniz o kadar iyi. Bu, Amma’ya verebileceğiniz en güzel hediye olur.”
    • Amma’nın ikinci önerisi, herkesin doğum gününde bir kilometrelik bir alanı temizlemesi oldu. “Bölgeyi çöplerden temizleyin ve süpürün. Amma’nın aşram çocukları atık yönetimini size öğretebilir. Böylece atıkları tam olarak ne yapacağınızı öğrenmiş olursunuz.”
    • Üçüncü öneri ise araç paylaşımı ile ilgili oldu. Amma yaklaşık 15 yıldır çocuklarından araç ya da yolculuk paylaşımı yapmasını istiyor. “İşe giderken aracınıza en az iki kişi daha almaya çalışın. Ancak yabancı olmadıklarından lütfen emin olun; güvende olduğunuzdan emin olmalısınız. Aynı şekilde, yolculuk paylaşımını bir etkinliğe veya buraya aşrama gelirken de yapabilirsiniz.” Amma, bu şekilde araç paylaşımının para ve yakıt tasarrufu sağladığına, çevre kirliliğini azalttığına ve yavaş yavaş trafiği ve hatta trafik kazalarını azalttığına dikkat çekti.

    “Pek çok insan, özellikle emekli olanlar, diyabet ve hipertansiyon gibi hastalıklar için kendi ilaçlarını alacak güçte değil. Bir ailede dört kişi varsa, en az üçünün ilaç gerektiren bir hastalığı var. COVİD pandemisi sırasında birçok insan iş bulamadı. Bunun sonucunda çoğu aile, sürekli kullandıkları ilaçlarını karşılayamadı. Bu yüzden bazı aile fertleri felç geçirdi; hatta bazısı vefat etti. 

    Bir gün bile ilacı almamak feci sonuçlara yol açabilir. Amma pandemi sırasında böyle birçok olay duydu. Araç paylaşımıyla tasarruf edilen para, bu tür insanlara ilaç satın almak için de kullanılabilir.”

    Amma, yabancı ülkelerdeki birçok adanmışın araba paylaşımı sistemlerini kullanabildiğine, ancak Hindistan’daki adanmışların henüz bunu tam anlamıyla yapamadığına dikkat çekti. “Hepimiz başkalarının özenebileceği örnekler olmaya çalışalım!
    Hepimiz dünyada arzuladığımız değişim olalım!”

    “Her şey değişiyor. Bu değişen dünyada, değişmez olana sarılın.”

    “Amma, tüm çocuklarının özverili eylemler yapmaya çalıştığını biliyor. Yoksulları ellerinden geldiğince besliyorlar. Çevrelerini temiz tutmaya çalışıyorlar. Fakat Amma hâlâ daha fazlasını yapabileceğimizi düşünüyor. Doğum günlerimizi, dünyaya hizmet için bir gün olarak kullanmaya çalışmalıyız.”

    “Dünyada yaşadığımız sürece doğanın nimet ve lütfundan yararlanırız, fakat insanlık bilinçli veya bilinçsiz bir hataya düşmeye eğilimli. Verilen her şeyi Mutlak güç, Tanrı’nın bir hediyesi olarak aldıklarını unuturlar. Doğanın hakikatini, onun Tanrı’nın yansıması olduğunu unuturlar. Doğanın yenilmez gücünü unutuyoruz. Hepsinden öte ve yüce, yaşamın temeli olan sevgi gerçeğini unutuyoruz. Günlük hayatın koşuşturmacası içinde Tanrı’yı ve Doğa’yı unutabiliriz. Ama sevgiyi asla unutmamalıyız. Çünkü ancak gerçek sevgiye sahip olursak, Tanrı ve Doğa nimetlerini üzerimize yağdıracaktır. Ama bugün, tüm insan ırkı hafıza kaybıyla boğuşuyor. İnsanlık, hayatı sağlıklı ve güzel yapan her şeyi unuttu.”

    “Hiçbir nesne bize kalıcı mutluluk getirmez. Tüm bunlar zihnimize bağlıdır. Hayatınızı başkalarının sözlerine bağımlı hâle getirmeyin. Kendi Özbenliğinizde yerleşik olun. Bugünün dostu yarının düşmanı olabilir. Bugün iyi olan bir adam yarın kötü olabilir. Her şey değişiyor. Bu değişen dünyada, değişmez olanı kucaklayın. Aynada dışarıdan gördüğünüz kişi değilsiniz. İçinize bakın ve kirlerinizden arınmak için iç aynayı kullanın. Felsefemizin bize öğrettiği şey budur.”

    “Herkes nispeten mutlu ve huzurlu bir hayat sürmek ister. Ancak bunun gerçekleşmesi için Tanrı’nın iradesine uymalı ve hayatımızı bu iradeye göre düzenlemeliyiz. Bunu yaparsak, o kudretli akışla uyum içinde akabiliriz. Şayet bunu görmezden gelirsek, yaşamımızı suların içinde bata çıka geçiririz. Hayatımızla ne yapacağımız tamamiyle bizim kararımızdır.”

    “Farkındalıkla yapılan her eylem meditasyona dönüşecektir. Fenerin düğmesine bastığımızda ışığı yanar. Benzer şekilde, śraddha düğmesine basarak farkındalık ışığını açabiliriz. Bildiğimiz śraddha sadece “dikkatli olmak” anlamına gelir; farkındalık unsurunu içermez.”

    “Spiritüel ilkeleri anladığımızda, gündüz ve gece, yağmur ve güneş ışığı, kış ve yaz gibi madde dünyasındaki her şeyin kendine has bir doğası olduğunu kabul ederiz. Arzu varsa bunu üzüntü takip eder. Herkesin hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeyler vardır ve bu nedenle böyle şeyler takip eder. Başımıza belalar geldiğinde, bunların önceki hayatımızda yaptığımız eylemlerin bir sonucu olduğunu veya gelecekte bazı zorluklara karşı bizi uyarmak için olduğunu veya daha büyük bir şeyin inayetle ortadan kaldırıldığını düşünebiliriz. Tanrı’ya daha sıkı sarılmayı öğrenmeliyiz.”

    “Çoğumuz sevginin en alt basamağındayız. Amma bu sevginin sevgi olmadığını söylemiyor, ama orada kalmamalıyız. Aşkın basamaklarını adım adım tırmanmalı, aşkın en yüksek zirvesine ulaşmalıyız. Bu en saf aşktır. Bu aşk içimizde şimdi bile mevcut. Tek yapmamız gereken onu uyandırmak için gayret göstermek. Bu sevgi uyansın ve evrensel sevgi olarak tüm insanlığa yayılsın! Bu yaşamın en büyük nimetidir. Sevginin somutlaşmış örnekleri olmalıyız. İçinizde sevgi uyandığında, şefkat, fedakârlık ve neşe kendiliğinden can bulur. Sevgi her çirkinlikte bir güzellik bulur. Kalbimizden sevgi taştığında, etrafımızda barış çiçekleri açacak. Gözlerimizi birliğin sürmesini çekerek güzelleştirdiğimizde, tüm farklılıklar ortadan kalkacaktır.”

    Amma satsangını şöyle tamamladı: “Çocuklar, gözleriniz şefkatle erisin. Başlarınız tevazu ile eğilsin. Elleriniz başkalarına hizmet etmeye adansın. Ayaklarınız dharma (doğruluk ve adalet) yolunu yürüsün. Kulaklarınız talihsizlerin acılarını duymaya hazır olsun. Diliniz her zaman güzel sözler ve doğruyu söylesin. Amma, böylelikle çocuklarımın hayatlarının dünya için bir nimet hâline gelmesi için Paramātman’a (Mutlak Bilinç) dua ediyor.”

    Akabinde Amma herkesi meditasyona ve dünya barışı için dua etmeye yönlendirdi. Bunu neşeli bhajan Mata Rani izledi. Günün geri kalanında gece geç saatlere kadar binlerce kişi Amma’ya hediyeler sunmaya geldi ve Amma herkese darşan verdi.

  • Guru, öğrencinin öğrenci olarak kalmasını asla istemez

    Teslim olmak, hoşumuza giden ve gitmeyen şeylerden vazgeçmektir. İşte o zaman gönül kapımız açılır. Guru’nun lütfu her zaman mevcut olsa da, önce kendi lütfumuzu kendimize sunmamız gerekir.

    Amma’nın mesajından alıntılar:

    Guru Pūrnima (Guru’ya adanmış dolunay günü) yalnızca pādapūja ve ilgili diğer ritüellerden ibaret değildir. Öğrencinin teslim ettiği zihninde ışıldayan Guru’nun dolunayıdır. (Vedik literatürde ay zihni temsil eder.)

    “Dünya Guru’nun yüceliğini öğrenci aracılığıyla, öğrencisinin Guru’ya olan inancı ve teslimiyeti ile anlamalıdır. Guru’nun yüceliği, öğrencinin her sözcüğünde ve her eyleminde parıldayan muhakeme yetisiyle ve tevazusuyla kendini kanıtlar.”

    “Guru’nun yüceliğinin küçük bir kısmını bile anlamadan ya da deneyimlemeden, anlamak için biraz çaba bile göstermeden, Guru Pūrnima’yı kutlamanın ya da Guru’dan bahsetmenin bir anlamı yoktur. Guru’nun mevcudiyeti, en büyük gerçeğin ve en büyük mutluluğun kemale ermiş hâlidir. Guru’nun bedeni sonsuzluğa açılan kapıdır. Öğrencinin bu kapıdan geçerek diğer tarafa ulaşması için alçak gönüllülükle teslim olması gerekir. Guru, fedakârlığın en yüksek düzeyde vücut bulmuş hâlidir. ‘Hiçlikten’ geçerek ‘her şey’ olma hâlidir. Egonun yükü tamamıyla yok olduğunda, Guru, Ebediyet hâline varır.”

    “İnsanın taşıdığı en büyük yük kendi egosunun ağırlığıdır. Hiçbir şey ego kadar ağır değildir. Egonun ağırlığı arttıkça insanın karanlığı da artar. Muhakeme yetisini kaybeder, bencil ve acımasız olur. Kadim yazıtlarda yer alan öğretiler ve tüm spiritüel pratikler egonun ağırlığını azaltmak üzere tasarlanmıştır. Yeterince akıllı olmayanlar yazıtları entelektüel pratik ya da egoyu şişirmenin bir yolu olarak görse de, bunun için tasarlanmamıştır.”

    “Gerçek bir öğrencinin Guru’dan başka kimseyle ilişkisi olmaz. Herkese sevgi ve şefkat duyar, ancak Guru’dan başka hiç kimseyle kişisel bir ilişkisi olmaz. Tek bağı Gurusudur. Zamanla, yaratımdaki her şeyde Guru’yu görmeye başlar. Gerçek bir öğrenci, başka bir öğrenciyle bile gereksiz bağ kurmaz. Bu tür ilişkiler insana zincir vurur. Bizi bağımlı, taraflı ve bencil kılarlar. Zihni yozlaştırırlar. Kendi kusur ve hatalarımızı Guru’ya yansıtmamıza yol açarlar.”

    Gerçek bir öğrencinin inancı ve adanmışlığı tamamıyla ve sadece gurusunadır.

    Hakikat arayıcısı için nissangata (bağlanmama) spiritüel bir pratiktir. İlerleme enerjisini bu pratik sağlar. Aksi hâlde, ruhsal yaşam demir atılmış bir teknede kürek çekmeye benzer. Ne kadar çok çabalarsanız çabalayın, ilerleyemezseniz.

    “Özverili sevgi”, “şefkat”, “nezaket”, “sabır” ve “fedakârlık” farklı sözcükler olsa da aynı şeyi ifade ederler. Tüm bu niteliklerin temelinde “bağlanmama” yatar. “Ben”, “bana”, “benim” kavramlarına bağlı kalmak sonsuz gücümüzü bir odaya kilitlemek gibidir.

    “İki kafeste yaşayan iki kuş birbirleriyle muhabbet ederler, düzenli verilen yemi yerler ve sunulan sevginin tadını çıkarırlar. Ancak sonsuz gökyüzünde yüksekten uçma özgürlüğünü kaybederler. Bizler de tıpkı bu kuşlar gibi yaşıyoruz. Yalnızca “ben” ve “benim” hissinden vazgeçtiğimizde sevgi ve şefkat gibi kutsal özellikler gönlümüzden taşar. Sadece o zaman herkesi eşit ölçüde sever ve herkese hizmet ederiz.”

    “Guru hiçbir şeye bağlanmaz. Bedenlenmiş olsa da gökyüzü gibidir; mutlak bir mevcudiyettir. Guru’nun akrabası ya da arkadaşı yoktur; Guru “benim” ya da “senin” demez. Sonsuz gökyüzünün herhangi bir şeye yakınlığı ya da hasımlığı var mıdır? Herhangi bir şeye sahip olmaya ya da bir şeyi reddetmeye çalışmaz. Aynı zamanda, her şeyi bünyesinde barındırır. Guru’nun doğası böyledir. Bu nedenle Guru’nun mevcudiyeti ve Guru’ya olan inanç ve teslimiyet, bağlanmaya değil bağlanmadan özgürleşmeye neden olur. Bu gerçeği anladığımızda ve zihnimizi tamamen ve sadece Guru’ya odakladığımızda, Guru öğretisine başlar ve öğrenci Guru’nun lütfundan faydalanmaya uygun hâle gelir.”

    “Guru, öğrencinin öğrenci olarak kalmasını asla istemez. Guru, öğrencinin olgunlaşmasını ve Hakikatin kendisi olmasını ister. Böylece Guru ile öğrencisi arasında hiçbir fark kalmaz. Guru, bundan memnuniyet ve ferahlık duyar. Bu ne tür bir memnuniyettir? Guru kendi içinde eksiksizdir. Ancak, nasıl ki bir anne çocuğunun başarılı olduğunu ve iyi bir işe girdiğini gördüğünde mutlu oluyorsa, Guru da her zaman öğrencinin yetenekleriyle kendisini dahi geçmesini ister. Diğer tüm ilişkilerde “ben ve sen” bölünmesi açıkça sürdürülür. Ancak Guru ile öğrenci ilişkisinde bu bölünmenin giderilmesi araştırılır.”

    “Guru’ya teslimiyet en yüce özgürlüğe giden asil yoldur. İnsan olarak doğmak ve yaşayan bir Satguru’nun rehberliğinde olmak, bir ruhun ulaşabileceği en talihli şeydir. Bu anlayışı edinerek hiç zaman kaybetmeden çabalarımıza devam etmeliyiz. Guru’ya teslimiyet tutumunu benimsersek, Guru’nun lütfu bizi mutlaka en büyük hedefe götürecektir. Hayatımız tamamlanmış olacaktır.”

    “Teslim olmak, hoşumuza giden ve gitmeyen şeylerden vazgeçmektir. İşte o zaman gönül kapımız açılır. Guru’nun lütfu her zaman mevcuttur, ancak kendi lütfumuzu kendimize sunmamız gerekir. Bu teslimiyettir. Teslim olduğumuzda, kendimize kendi lütfumuzu sunarız.”

    “Tüm çocuklarımın içindeki Guru uyansın. Çocuklarım içlerindeki bu Guru’yu keşfetsin. Çocuklarım, saf olmayan tüm yanlarınızı ortadan kaldırmanızı sağlayacak olan ayna sizin içinizde. O aynaya bakın, saf olmayan yanlarınızdan kurtulun ve kendiniz birer ayna olun. Dünyadaki tüm çocuklarım refahla kutsansın. Herkes sağlıklı olsun. Tüm çocuklarım mutlu olsun. İlahi lütuf çocuklarımı kutsasın.”

    13 Temmuz 2022, Guru Pūrnima Kutlamaları, Amritapuri

  • Amrita Hastaneleri Hindistan’ın en büyük özel sağlık kurumunu açıyor

    Açılacak kurum 534 yataklı yoğun bakım ünitesiyle Hindistan’ın en büyük yoğun bakımına sahip hastane olacak. Hastanede 64 modüler ameliyathane, en gelişmiş görüntüleme hizmetleri, tam otomasyon sağlayan robotlu bir laboratuvar, yüksek hassasiyetli radyasyon onkolojisi, en güncel nükleer tıp uygulamaları gibi tıptaki en yeni teknolojiler yer alacak.

    Ağustos’ta hizmete geçmesi planlanan Amrita Faridabad Hastanesi’nin tıbbi birimlerinde 81 uzmanlık dalında hizmet verilecek.

    Ulusal Başkan Bölgesi’nde yer alan hastane tam faaliyete geçtiğinde 2400 yatak kapasitesiyle ülkenin en büyük özel hastanesi olacak. Delhi’ye bir saatlik uzaklıkta olan Faridabad’da 538 bin metrekarelik bir alana yayılan ve çok sayıda uzmanlık dalını bir araya getiren tesisin açılışı Ağustos ayında yapılacak. Bu yeni hastane 25 yıl önce Kerala, Kochi’de faaliyete geçen 1300 yataklı ikonik hastaneden sonra ikinci büyük ölçekli Amrita Hastanesi olacak.

    Amrita Faridabad Hastanesi’nin Başhekimi Dr. Sanjeev K Singh hastaneyle ilgili şunları söyledi:
    “Bu hastane hem büyüklük hem de mükemmel tıbbi uygulamalar bakımından ülkemizde benzeri olmayan, gerçek anlamda dünya standartlarında bir kurum olacak. Hastaneler ve üniversiteler dahil olmak üzere dünyanın en büyük tıp kurumlarıyla iş birliği görüşmeleri yapıyoruz.”

    Aşama aşama faaliyete geçecek olan hastane bu yıl 500 yatak kapasitesiyle çalışacak. Bu rakam 2 yıl içinde 750, 5 yıl içinde 1000 yatağa çıkacak. Tam faaliyete geçildiğinde hastanede 800’den fazlası doktor olmak üzere 10 bin personel görev yapacak ve hastane toplam 929 bin metrekarelik alana yayılacak. Hastanenin 14 katlı binasında temel tıbbi birimler ve hasta alanları bulunacak.

    Hastanenin yoğun bakım ünitesi 534 yatak kapasitesiyle Hindistan’daki en büyük yoğun bakım alanına sahip olacak. Ayrıca hastanede 64 modüler ameliyathane, en gelişmiş görüntüleme teknolojileri, tam otomasyon sağlayan robotlu laboratuvar, yüksek hassasiyetli radyasyon onkolojisi, en güncel nükleer tıp, klinik hizmetler için son teknoloji kardiyoloji ve girişimsel kateterizasyon laboratuvarı da bulunacak.

    Hastanedeki 81 uzmanlık dalı arasında onkoloji, kardiyoloji, nöroloji, gastroloji, nefroloji, kemik hastalıkları ve travma, organ nakli, anne çocuk sağlığı olmak üzere sekiz Mükemmeliyet Merkezi bulunacak. Hindistan’daki birçok özel hastane için finansal sürdürülebilirliği olmayan bir birim olduğu için anne-çocuk bakımı birimine öncelik veriliyor.

    Dr. Sanjeev K Singh bu konuda şunları söyledi: “Kadın ve çocuk sağlığı her şeyden önce gelir. Hastanemizde 13.935 metrekarelik bir kat anne ve çocuk bakımı, fetüs ve üreme sağlığı, 40 yataklı bir yenidoğan yoğun bakım ünitesiyle yüksek riskli doğum kliniğine ayrılmıştır.

    Singh, ülkenin üzücü Covid deneyimi göz önünde bulundurularak hastanede ülkenin en büyük bulaşıcı hastalık biriminin yer alacağını da söyledi. Bunun yanı sıra, ülkenin en büyük kapsamlı organ nakli programına da yoğun bir yatırım yapılıyor.

    “Hastane, Kochi’deki Amrita Hastanesi’nin öncülüğünü yaptığı bir uzmanlık alanı olan el nakli operasyonlarında ülkenin az sayıdaki önemli merkezlerinden biri olacak. Ayrıca, karaciğer, böbrek, soluk borusu, ses telleri, bağırsak, kalp, akciğer, pankreas, deri, kemik, yüz ve kemik iliği nakilleri de yapacağız”, dedi Dr. Singh.
    Toplam 27.870 metrekarelik alandan oluşan 7 katlı özel araştırma bloğunda en ileri tıbbi araştırmalar yapılacak. A-D Sınıfı özel GMP laboratuvarında en yeni teşhis araçları, yapay zeka, makine öğrenimi, bitoenformatik gibi alanlarda araştırmalar yapılacak.

    Tıp öğrencilerinin ve doktorların eğitimi de odaklanılan güçlü alanlardan biri. Hastanede son teknoloji robotik, haptik ve cerrahi – tıbbi simülasyon merkezimiz olacak. 13.935 metrekarelik 4 kata yayılan bu merkez, ülkede doktorlara yönelik en büyük öğrenme ve geliştirme tesisi olacak. Hastane aynı zamanda bir tıp fakültesine ve Hindistan’ın en büyük yardımcı sağlık bilimleri kampüsüne ev sahipliği yapacak.

    “Faridabad’daki Amrita Hastanesi, Kuzey Hindistan ve Kuzeydoğu Hindistan’a yayılan hasta toplama alanıyla ülkenin sağlık altyapısına büyük bir katkı sağlayacak”, dedi Amrita Hospitals Group Tıbbi Direktörü Dr. Prem Nair.

    “Mātā Amritānandamayi Devī’nin niyeti ve sevgisiyle kurulan ve birçok uzmanlık alanını bir araya getiren bu devasa sağlık tesisi, hastaları iyileştirmek, ihtiyaçlı olanlara yardım etmek ve tıp biliminde ilerlemek amacıyla Hindistan halkına adanmıştır. Yeni hastane, 25 yılı aşkın zamandır Güney Hindistan’da sağlık sisteminin kalesi olan Kochi’deki Amrita Hastanesi’nin kutsal mirasını ileriye taşıyacaktır.”

    Amrita Faridabad Hastanesi, aynı zamanda Hindistan’ın en büyük yeşil binalı sağlık projelerinden biri olarak düşük karbon ayak izi oluşturacaktır. Uçtan uca kağıtsız olan bu tesiste sıfır atık boşaltımı sağlanacak. Ayrıca, kampüste hızlı hasta nakli için bir helikopter pisti ve refakatçilerin kalabileceği 498 misafir odası bulunacak.

  • 21 Haziran Dünya Yoga Günü

    Yoganın amacı kişinin tüm potansiyelini ortaya çıkarmaktır.

    Hastalıklardan uzak bir yaşam sürmek, fiziksel işlerimizi güçsüz hissetmeden yapabilmek, keskin bir zihne sahip olmak ve duygusal dengeyi sağlamak…Sağlığımızın iyi durumda olduğunu söyleyebilmemiz için bunların hepsini birden yapabiliyor olmamız gerekir.

    21 Haziran 2022, Dünya Yoga Günü, Amritapuri Aşram

    Aşramda kutlanan Dünya Yoga Günü’nde her yaştan insan Amma’nın huzurunda yapılan yoga çalışmasına katıldı. Amma çalışmadan sonraki konuşmasında şunları söyledi:

    “Yoga, Hindistan’ın dünyaya verdiği en değerli hediyelerden biridir. Bilim insanları, yaşamlarımızda fiziksel ve zihinsel kapasitemizin çok küçük bir kısmını kullandığımızı söylüyor. Birçok insan iPad ve akıllı telefon kullanıyor, ancak bu cihazların özelliklerinin çok küçük bir kısmından faydalanıyor. Fiziksel ve zihinsel kapasitemizi kullanma alışkanlıklarımız da buna benziyor.
    Yoga, doğal yetilerimizi uyandırmanın ve en mükemmel hâlimize ulaşmanın yoludur.

    Hastalıklardan uzak bir yaşam sürmek, fiziksel işlerimizi güçsüz hissetmeden yapabilmek, keskin bir zihne sahip olmak ve duygusal dengeyi sağlamak…Sağlığımızın iyi durumda olduğunu söyleyebilmemiz için bunların hepsini birden yapabiliyor olmamız gerekir.

    Yoga, spor salonuna gidip yalnızca beden gücünü arttırmak ve kaslarını geliştirmekten daha fazlasıdır. Yoganın amacı, insanın fiziksel sağlığına kavuşması ve zihnin ve zekânın tam potansiyelini ortaya çıkarmasıdır. Bedeni, zihni ve zekâyı rahatlatmak yoganın önemli bir parçasıdır.

    Yoga āsanalarının tam bir farkındalıkla ve konsantrasyonla uygulanması gerekir. Hem yoga da hem de diğer tüm spiritüel pratiklerde iç ve dış disiplini ve ciddiyeti sağlamak son derece önemlidir. Yanlış eylemlerden kaçınmalı (yama), doğru pratikleri izlemeliyiz (niyama). Değerlerimiz üzerine kurulu bir hayat yaşadığımızda yogada istenen ilerlemeyi kaydedebiliriz. 

    Bize Hint âlimlerin ‘Rişilerin’ öğrettiği çok değerli bir beceri olan yogayı beslemek ve yaymak için hep birlikte çalışalım. Yoga pratiğinin tüm dünyaya faydalı olmasını sağlayalım. Bu çabamızda İlahi Lütuf bizimle olsun.”

    Amma bu konuşmasının ardından meditasyon ve duaya geçti.